Kayıtlar

Nisan, 2022 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Yumurta Kabukları

  Odamın içerisinde, havalandırmaya açılan küçük pencereden süzülen güneşin yaramaz ışıklarının gözümü kamaştırmasıyla, absürt rüyalarıma ara verip, sıkıcı hayatıma bademciklerimi selfie modunda göstererek alaycı bir günaydın bakışı atıyordum. Yıllık izin adı altında verdikleri kelebeğin ömrü kadar olan günler, suya düşen küp şeker gibi eriyip gitmişti. Masanın üzerinde duran ha yoğurttan bir kaşık ağzıma attım. Halen kimyasal tepkimeye girmemişti. Yaklaşık bir haftalık olmalı, tadında egzotik bir acılık vardı. Midem böyle şeylere ekonomik durumumdan ötürü alışmıştı. Guruldamayı on yedi farklı dilde bana anlatmayı deneyen bir midem vardı. Onun guruldamalarına aldırış etmeyen asi, vurdumduymaz tavırlarım, onu farklı diller öğrenmeye itmişti. Odanın her köşesinde bir küllük vardı. Sanırım şuurumu kaybetmiş, her köşede bir izmarit bırakmışım. Vahşi doğada, büyük kedilerin idararları ile yaşam alanlarının sınırlarını çizmesine özenip, izmaritle kendime sınırlar çizmiştim. Tembelliğin ...

Yasa Dışı Bahis

 Gece her zaman olduğundan daha boğucuydu. Sokak lambaları sönmüş bekçi Murtaza düdüğünü öttürmeye başlamıştı. Sobanın üzerinde kaynayan pürçüklü tenceresi ile çay demliği düdük seslerine eşlik ediyordu. Fırıncı Cahit kahveden eve gelirken yumurta topuk kundura sesleri ile sokağa bir ritim katıyordu. Nuri amca pencereden kafasını uzatıp Cahit'e seslenip " ekmeğe zam geldi mi ? " Diye sordu. Cahit "eli kulağında eli kulağında " diye cevab verdi. Nuri amca ve bütün mahalle hepimiz içten " ah o eli gö..ne gitsin" dedik eminiz. Enazından ben dedim. Cahit yağ gibi kayarak evine doğru yumurta topuk kunduraları ile kaydı gitti. Nuri amca ile ben halen pencereden bakışıyorduk. İçeriden Ayfer teyze sesleniyordu ona ama o ısrarla gözlerimin içine bakarak beni zehirlemeye çalışıyordu. Bu bir meydan okumaydı. Artık kim önce pes ederse o kaybedecekti. Gözlerim kan çanağı gibi olmuş karabiber kaçmış gibi yanıyordu. Nuri amcanın umrunda deildi sanki ısrarla gözümün i...

Guruldayan Hayatlar

 Ay sonu gelmeden cüzdan terkedilmiş akıl hastanesi gibi sessiz ve ürperticiydi. Örümceklere yuva olmuştu. Ay sonunu görmeden sıkılmış limona dönmüştü. Derin bir nefes aldı kemerini bir tık daha sıktı. Emeklilik onu ekmek arası ekmek yemeğe itmişti.   Pantolonun cepleri ödenmeye can atan ama ödenemeyen faturalar ile dolup taşmıştı. Her aynaya baktığında uzun uzun bakar ve aklından böbreğinin kaç para edeceğini geçirip dururdu. Çarelerde kendisi gibi tükenmişti. Gözünden süzülen yaşları kavanoza aldı tuzun ayrışması için onlara zaman lazımdı. Tuz ihtiyacını Rabbinin ona bahşettiği göz yaşları ile karşılıyordu.  Buzdolabının içi arkadaşlarının ona günlüklerde ayırdığı kalbi kadar temiz bir boş sayfa gibiydi. Zeytin peynir müebbet yemiş azılı suçlular gibi kilit altına alınmış bir kavanozun içinde ona bakıyordu. Haftada birkaç gün kapağını açar kokusunu içine çeker hâllerini hatırlarını sorup gözyaşları dökerek sarılırdı. Yokluk onu duygusal bir aç yapmıştı.  Emek...

Dalgalı Hayatlar Kuru Kalan Ayaklar

 Tsunamiden kurtulmuştu ama hayatta kaldığı için değil ayakkabıları ıslanmadığı için seviniyordu çok garip biriydi  Ayakkabılarını çıkarıp sarılıyordu. Baş parmağı çorabın diktatörlüğüne baş kaldırmış bir pencere açmıştı. İnsanlar ona garib garib bakarken o sadece ayakkabılarını ıslatmayan denize el sallıyordu. Dev dalgalara alkış tutuyordu.   Güneş dalgaların arasından gözlerini kamaştırıyordu. Ayakkabılarını alnının hizasına güneş koruyucu gözlük gibi getirmiş kaçışan insanları seyrediyordu. Ceketinin yırtık cebine eline soktu astarın dibine gizlenmiş yer fıstığını çıkardı. Keyifle ağzına attı ama bi sorun vardı. Fıstık nemlenmisti bu hiç hoşuna gitmemişti.  Martılar tepesinde semazen gibi dönüyordu. Sırt çantasından blok flütünü çıkardı Mozart'ın dokuzuncu senfonisini çalarak onlara eşlik etti. Ağustos böceği gibi hissediyordu kendini ama karınca olmadığı içinde şanslıydı. Çünkü az önce dalgalar karıncaların neyi var neyi yoksa yutmuştu. Onun ayakkabıları bil...

Dardan Emekli Nuri

 Işıklar birer birer sönmeye başlamıştı. Karanlık kentin üzerine  çökmüştü. Sadece Nuri amcanın mum ışığı kalmıştı  göze çarpan. Umutsuzca yanıp gün ışığını bekleyen. Nuri amca  zamlardan sonra mum ışığında kuruyordu ahirette sırat köprüsünden geçme hayallerini.  Gelen faturaları dolabın üstüne yapıştırmıştı Nuri amca. Daha geçen ayın elektrik faturasını bile ödeyememişken ikincisi gelmiş ve canını epey sıkmıştı. Usulca cam kenarındaki koltuğuna oturdu ve eski günleri hatırlamaya başladı. Her şey ne kadar da güzeldi diye geçirdi içinden. Tabakasını çıkardı zamlı sigarasından yaktı pencereye doğru bakarak düşüncelere daldı.   Gözleri dolmuştu geçmişi düşünürken. Gözlerinden süzülen yaş titrek mum ateşine doğru dökülüyordu. Penceresinin önüne yuva yapan kumrular bile üzülmüştü onun bu haline. Ayağa kalktı pencereyi açtı bir avuç bulgur bıraktı kumrulara. Tüm zamlara inat koca yürekli ihtiyar vicdanı elden bırakmadı. Nasırlı avuçlarının arasından dökülen ...

Sarı Kedi

  Yine iğne atsan yere düşmücek kıvama gelmişti otobüs. Kollarım arkadakilerin uzattığı ücret ile şoförün verdiği para üstüne hizmet ediyordu. Bedenimi tüm yolcular için seferber etmiş bu yolculuğun bölünmemesi için fedakarlık yapıyordum. Şoför cızırdayan radiosunda ankara havası açmış sıkış sıkış ayakta duran yolculara kıvrak harketler yapma fırsatı sunmuştu. İçeride oksijen oranı az olduğundan önce kadınlar ve çocuklar nefes alıyor sonra yaşlılar diye sıralama devam ediyordu. Ben cam kenarında pastırma yemiş bi dayının yanına düşmüştüm. Sanki her nefeste Kayseri'yi soluyordum. Daha fazla dayanamadım öndeki durakta kendimi dışarı attım. İnerken tüm yolcular gitme der gibi bakıyorlardı ama kalamazdım. Kuşun artık yuvadan uçma vakti gelmişti. Nasırlı avuçları ile bana el sallayan pastırma güzeli dayı iki damla gözyaşı dökerek beni uğurladı. Cebime elimi attım sigara çıkarmak için oda neydi ? Dayı bir dilim pastırma bırakmış cebime. Küçük serseri kendinden bi hatıra bırakmıştı bana b...

Arka Sıradakiler

  Hatıraları, geçmişi düşünmeye başladığım zaman çoğunlukla ilkokul yıllarına uzanıyorum. Kantin sırasında uzunca bekleyip yirmibeş kuruşa aldığımız çeyrek ekmek patates kızartması aklıma geliyor. Kayış gibi olan ekmeğin tadı, teneffüs zilinin bitimine kalan süre ve gergin bekleyişin içinde buluyorum kendimi. Öğle arası okulun hemen karşısında olan evime yemeğe gitmek yerine okula evi uzak olan arkadaşlarımla okul bahçesinde kaşar koklatılmış tost yediğim anlar aklıma geliyor. Bu, o zamanlar benim için fedakarlık gibi birşeydi. Öğle arası düşman ilan ettiğimiz her gün maç yaptığımız 8-A sınıfı geliyor aklıma. Her maç başlamadan önce " Kolasına beyler " diye anlaşılırdı ve o kola hiç alınmazdı. Takımımız Barcelona’nın Xavi - İneasta - Puyol - Ronaldinholu günleri gibiydi. Her maç kesin kazandırdık. Terle birlikte yumuşayan kirler yüzümüzde siyah bir ton bırakırdı. Tabi o at kokusunu da unutmamak lazım. Üçlü bir kız grubu vardı. Bazen maçlarda bizi desteklemek için bağırırlar, ...