Gustalvoya Mektup Üç
---
Arsız bir Salı akşamı, çiğ köfte leğeninin içinde oturmuş hayatımı sorguluyorum.
Leğenin altı hafiften delinmiş, hayatım gibi sızdırıyor.
Tepemden aşağı isot gibi dökülen geçmişim, burun deliklerimden ciğerime doğru ilerliyor.
Arsız bir Salı akşamı, çiğ köfte leğeninde kayıp giden zamanı sorguluyorum...
Hayatımda ilk defa üstüm başım bu kadar baharatlı bir melankoliye bulanmış durumda.
Kafamda hâlâ tek soru: “Acının acısı olur mu?”
Artık her Salı bir ritüel gibi oldu bu. Leğenin içine oturmadığım zaman, kendini hâkim, savcı, asker, polis olarak tanıtanlara emekli ikramiyesini kaptırmış Salih Öğretmen gibi hissediyorum.
Tansiyonum düşüyor, midem gurulduyor, ruhum çekirdek kabuğu gibi kırılgan hissediyor.
Kafamda sürekli aynı ses yankılanıyor:
“Ya leğen başa, ya kuzgun leşe...”
Hatırlar mısın aziz dostum Gustalvo, siz buraları terk etmeden önce her Salı toplanır FIFA 2007 atar, günün sonunda Ali Lukunku röveşatası denerdik kırlentlerle.
O zamanlar kırlentler top, televizyon saha, koltuklar tribündü.
Ve biz... biz futbolun kutsal sofrasına diz çöken dervişlerdik.
Gol attıktan sonra üstümü çıkarıp duvara tırmanırdım, sonra siz sara krizi geçiriyorum sanıp burnuma soğan sokmaya çalışırdınız.
Güzel günlerdi, çok özel günlerdi.
Artık ne “güzel” kavramı kaldı, ne “özel”...
Her şey kırlent tozu gibi havaya karıştı.
Her şey bir “bağlantı hatası” ekranında takılı kaldı.
Rahmi abi de artık eskisi gibi değil, yaşlandı.
Sol açıkta Balkanlardan gelen soğuk hava dalgası gibi esen adam, artık emekli ve göbekli.
Yalnız göbekte ne göbek , göbeğine isim vermeyi bile düşündük geçen gün: “Abuzer” adamın göbeğine Abuzer diyoruz artık. Abuzer her geçen gün dahada büyüyor. Seneye askerlik çağına gelir diye düşünüyorum.
Kaleye çağırıyoruz şimdi onu. Mollikten (iki bacak arası) gol yemese iyi adam ama molliğini hiç kapatamıyor.
Dışarıya da çıkmıyor artık, kendini ebru sanatına vermiş.
Sürekli Ebru Şallı videoları izliyor, yoga yapıyor evde.
Ebru sanatını adama çok yanlış anlatmışlar.
Geçen gün “desen açıyorum” dedi, meğer nefes egzersiziymiş.
Neyse, en azından yenge sorun etmiyor bu Ebru tutkusunu.
Zaten evde konuşulan tek sanat akımı şu an “Ebrulizm.”
Geçen gece, bakonda otururken biraz derin düşünme fırsatım oldu.
Senin, sizin, hepinizin bizi neden terk edip gittiğinizi düşündüm.
İlk defa empati yaptım.
Kendimi sizin yerinize koymak istedim, ama olmadı.
Hani siz mahalleden taşınırken çağırdığınız Urfalı bir nakliyeci abi vardı ya...
Ben kendimi onun yerinde buldum.
Seninle empati yapmak isterken, Urfalı abiyle yaptım yanlışlıkla.
1.50 boyundaki adam o buzdolabını Herkül gibi nasıl indirmişti...
Hah, işte tam o sahnede buldum kendimi.
Bel fıtığım var artık.
Empati yaparken bel fıtığı oldum.
MR çektirmeye gittim, sıra olmadığı için vesikalık çektiler.
“Sağlıkta dönüşüm” dedikleri buymuş...
Tıp çok ilerlemiş aziz dostum, doktor vesikalık fotoma bakıp L3 kemiğimin çıtır hasarlı olduğunu anladı.
Sizin yüzünüzden L3 kemiğimin hasar kaydı oldu.
Mutlu musunuz lan?
Neyse aziz dostum, lafı daha fazla uzatmak istemiyorum.
Zaten cevap da yazamıyorsun.
Bu sana yazdığım üçüncü mektup ama senden hâlâ bir cevap yok.
Oğlum, posta pahalı diye mektupları karşı ödemeli kargoyla yolluyorum diye mi cevap vermiyorsun?
Yoksa yeni dostlar mı edindin kendine?
Aldatmak mı işledi iliklerine, yoksa vefa duygunu tükürüp attın mı sıcak asfaltın üzerine?
Ne oldu sana aziz dostum?
Beni sana unutturan neydi?
Ne oldu da beni leğende yalnız bıraktın? Küçücük bi leğenin içine kocaman bi yalnızlık sığdırdım...
Sözlerime nokta koyarken,
Ne büyüklerin ellerinden öpüyorum,
Ne küçüklerin gözlerinden.
Sizin aile hijyen kurallarına çok uymuyor aziz dostum.
Üzgünüm, yeni bir Korona vakasına hazır değilim.
Sahi, deden 38 senedir kesmediği tırnaklarını kesti mi?
Dedeni “tırnaklı canlılar grubu”na almışlardı en son.
Ne adamdı la deden...
Tırnağıyla duvar kazıyıp tavla taşı yapan adamdı o.
Ona özellikle selam söyle,
Tırnağını mıncır benim için.
Hoşkça kal aziz dostum, hoşça kal.
Ne kadar hak etmesen de, hoşça kal...
---
Yorumlar
Yorum Gönder