Protein Zehirlenmesi
Bazen boşluğa bakıp garip bir hayatım olduğunu, sansürlenmesi gereken bir geçmişe sahip olduğumu düşünüyorum. Beni bu düşüncelere iten en önemli faktör ise rahmetli nenemdir. Kadın, hayatımın absürt şekilde ilerlemesi için elinden geleni ardına koymadı. Ha, bu durumdan şikâyetçi değilim. Mizahı hayatımıza ilmek ilmek işleyip her durumda neşemize sahip çıkmayı öğretti. Neyse, şimdi sözü daha fazla uzatmadan rahmetli ile olan bir anımı anlatmak istiyorum. Ya da uzatırım, sonuçta blog benim! Hatta "jajajhajsjdj ihihihihi ehehehe" bile yazarım.
Sene 2000 bilmem kaç, yokluğun dibinde elli kuruşluk çekirdek için birbirimizi yediğimiz yıllardayız. Sıcak bazlama kokusuna hasret, akıp giden ömrümüze aldırış etmeden akşamları toplanıp nenemin bize sıktığı hikâyeleri dinleyerek yaşıyorduk. Her şey çok güzeldi, maddi yokluk zirve yapmış olsa bile manevi zenginliğimiz bize yetiyordu. Tabii, o kara gün gelip çatana kadar...
Devlet, neneme 65 yaş aylığı bağlamıştı. İlk başlarda kimse bu maaşın bizi, ama en çok nenemi değiştireceğini bilmiyordu. Üç kuruşluk maaşın bütün ailenin üzerine kâbus gibi çökeceğini hiçbirimiz tahmin edemedik. Paranın kirli yüzü bizi esir alamaz sanmıştık...
Paranın büyüsüne kapıldık; elli kuruşluk çekirdekten bir liralık soslu mısıra geçiş yapmıştık. Her şey güzel ilerliyordu. Sıcak bazlamamız, lor peynirimiz vardı. Maaş sayesinde yemeğin sadece doymak için değil, bazen zevk için de yendiğini öğrenmiştik. Günler böyle zevk-i sefa içinde gelip geçiyordu. Herkes mutluydu. Ama bu mutluluğun bir bedeli olacağını bilmiyorduk...
Önce akşamları toplanıp nenemin sıktığı hikâyeler terk etti bizi. Nenem, maaşını hipotek edip kendine akıllı dokunmatik bir telefon almıştı. Artık bize hikâye anlatmak yerine Twitter açıp oradaki insanlara anlatıyordu. Para, bizden samimiyeti ilk bu hareketiyle koparıp aldı. Artık kimse birbiriyle konuşmuyor, sadece yemek sofrasında bir araya geliyorduk. Önceden cömertçe birbirimize teklif ettiğimiz son kalan bazlama lokmasını "Önce ben yemeliyim!" diye garip, nankör bir ruh hâline bürünmüştük. Para bizden cömertliği, paylaşmayı almıştı. Midemiz doysa da gözümüz doymuyordu. Açgözlülük hanemize sirayet etmişti. Hem de yalnız gelmemiş, arkasına bencilliği de takıp getirmişti. Sanki babasının evine geliyor... "Misafirin misafiri mi olur lan? Arkana iti kopuğu takıp gelme!" diyemedik. Her geleni evimize buyur ettik. Önceden baş köşede oturan kirlenmemiş saf kalplerimizi sokağa atıp kibri oturtmuştuk...
Yürümemiz bile değişmişti. Para bizi o kadar değiştirmişti ki sarı terlikten Polaris terliklere geçmiştik. Ama para en çok nenemi değiştirmişti. Saatlerce telefonuyla oynuyor, bizim yüzümüze bakmıyordu. Elimizden kayıp gidiyordu buruşuk suratına kurban olduğum. Sürekli makyaj videoları izliyor, botoks uzmanlarını takip ediyordu. Nenem, biz senin buruşuk yüzünü sevdik, nasırlı ellerini öpmeyi özledik...
Bir gün yine maaş günü, nenemle maaşı çektik, ceylan gibi seke seke yürüyorduk. Ben eve gideceğimizi düşünüyordum ama eve gitmedik. Bir fitness salonunun önünde durduk, nenem broşürdeki kaslı ablalara bakıyordu. Nenemle kısa bir göz göze geldikten sonra, nenem benim elimi bırakıp o dambıl dolu nâlet mekâna girdi. Sadece arkasından baka kaldım. Kaç saat geçti bilmiyorum, nenem bir türlü çıkmıyordu içeriden. Bütün cesaretimi toplayıp ben de daldım içeriye. Sağa sola bakıp nenemi aramaya başladım. Salonun ücra bir köşesinde, koşu bandında buldum onu. Nenem, yaşına aldırış etmeden yarınlar yokmuşçasına koşup duruyordu. O kadar hızlı koşuyordu ki şalvarının cebindeki kuru üzümler sağa sola fırlıyordu. Koşup bu komediye son vermek için yere düşen üzümleri yemeye başladım. İsraf haram, brolar! Önce nimeti yerden almam gerekti. Biz neneden böyle gördük. "Böyle gördük" derken koşu bandında koşmaktan bahsetmiyorum.
Hava kararmaya yakın salondan çıktık, eve geldik. Yolda nenem beni döve döve tembih ettiği için evdekilere bir şey diyemedim. "Nerede kaldınız?" diye sorduklarında, nenem "Komşunun mevlidine gittik." dedi. Geçmiş olsun... Maaş denen o ucube, şu saf kadına yalan söylemeyi öğretmeyi başarmıştı. Artık nenemi tanıyamıyordum.
Bu nene benim değildi. Kimin nenesi lan bu? Gelsin alsın nenemi, geri versin! Ben nenemi istiyorum! Kaç para vermem gerek nenemi geri almak için? Söyleyin bana... Kaç para ulan bir nene?
Aradan üç ay geçmişti, nenemin kasları kafam kadar olmuştu. Nenem o kadar hızlı kas yapmıştı ki artık kol kasları, denize paralel uzanan dağlara benziyordu. Bu kasların bir bedeli vardı tabii ki. Nenem protein almak için sürekli et, süt, yumurta, tavuk ağırlıklı besleniyordu. Bu beslenme düzenine maaşı yetmiyordu tabii ki. Maaşın yetmediği yerde kredilere başvurmuştu. Nenem, kas yapmak uğruna babamı bankaya ipotek ettirmişti. Arada bir kahveye gidip bilek güreşi turnuvalarına katılıyor, kaçak bahislere bulaşıyordu. Allah kahretsin, tonton nenem resmen azılı bir gangster olma yolunda ilerliyordu. Nenesinin kasları arasında boğulup kalan torun olmak değildi benim hayalim...
Kredi borçlarından batağa saplanmıştık. Banka, babamın üzerine abimi de rehin almıştı. Ailemiz dağılmaya başlamıştı ama nenemin umurunda değildi. Onun tek derdi kasları, tek mutluluğu dambılları olmuştu. Limon kolonyası kokan elleri artık protein tozu kokuyordu...
Aile bütçemiz yerle bir olmuş, elli kuruşluk çekirdeğimiz de elimizden kayıp gitmişti. Keşke kaybettiğimiz tek şey çekirdek olsaydı; ailemiz parçalanmıştı. Her şeyimizi kaybetmiştik. Paramız olmadığı için, nenem yeteri kadar protein alamadığından bizi dövüp cenazelere etli yemek toplamaya gönderiyordu. Ama her gün de ölü olmuyor ki! İşte o zaman protein krizine giriyor, bizi koşu bandına çıkarıp bağlayarak dövüyordu. Hızını alıp alıp bize sağlı sollu kroşeler atıyordu.
Yine nenemin protein krizine girdiği bir gece, odamıza çekilmiş uyumaya çalışıyordum. Korku ile uyku arasında sıkışıp farkında olmadan uyuyakalmışım. Bir ara soluk bedenimde bir elin varlığını hissettim. Günlerden cumartesi olduğu için "Cumartesi cinleri!" sanıp Nas, Felak okumaya başladım. Ben okudukça el daha çok dokunuyordu bana. Tüm cesaretimi toplayıp kafamı kaldırıp baktığımda nenemi gördüm. Elinde kaya tuzu, sol arka budumu tutmuş bana bakıyordu...
Elini tutup "Napıyorsun nene?" dedim. Bana derin derin bakıp, "Fitness'a başladım, protein almam gerek. Sen bir dambıl kaç kilo biliyor musun?" dedi. Beynimde şimşekler çakmaya başladı. Torununu üç yüz gram protein için kaya tuzunda marine edip tek lokmada yemeye kalkışan nenemde miydi suç? Yoksa onu protein bataklığına çeken sistemde mi? Aslında tek suçlu o lânet maaştı...
Nenemle konuşmadan uzun uzun bakışırken elimi gömlek cebime attım. Cebimden birkaç tane çekirdek çıkarıp neneme uzattım.
"Nenem, elli kuruşluk çekirdek çitleyip bir arada oturup sıktığın hikâyelerini dinlemeyi özledim." dedim.
Nenem elindeki tuzluğu bıraktı, yanıma sokuldu. Sarılıp ağladık. O gece sürekli ağladık. Sonra mısır patlatıp Iron Man izledik. Rahmetli, Iron Man izlemeyi severdi. Arada spiderman vs Battal Gazi yapardık ama favori kahramanı İron Man'di.
O günden sonra nenem fitness'ı bıraktı, yine bize hikâyeler anlatmaya başladı. Eski hayatımıza geri dönmüştük.
Ha, babamla abim mi? Onları banka geri vermedi. Babamı bankamatik, abimi de duba yapmışlar. Nenemin maaşını çekmeye gittiğimizde, babamla abime sarılıp hasret gideriyoruz...
Yorumlar
Yorum Gönder