Ölüme Beş Kala

 ---

Her gece aynı şey.

Beynimin arka odasında ölüm geziniyor.

Ayak seslerini duyar gibi oluyorum, ama gelmiyor.

Belki de ben ona fazla anlam yüklüyorum.

Kim bilir...

Ölüm mü benimle dalga geçiyor, ben mi kendimle?


Nasıl öleceğimi düşünüp duruyorum. Yaşayamadığım hayallerimle ölümümü süslemenin bir yolu var mıdır acaba? Büyük ihtimalle evimin mutfağında ölüp kalacağım. Günler sonra bulacaklar cesedimi. Kokum bütün apartmana yayıldığında akıllarına geleceğim. Nefes alırken kimsenin çalmadığı kapımın önü insan seli olacak. Çilingirle zorlayacaklar ahşap kapıyı cesedime erişmek için. Daireme giren insanlar burunlarını kapatacak. Bedenimin yaydığı kokudan iğrenecekler.


Kokunun merkezine, mutfağa geldiklerinde bardakta buz gibi olmuş bir çay karşılayacak onları. Kas katı kesilmiş bedenime bakacaklar. Morarmış yüzüme göz atıp kafalarını çevirecekler. Tıpkı yaşarken yaptıkları gibi... Yine bana bakıp başlarını çevirecekler.


Büyük ihtimalle en sevdiğim kitabım olacak ellerimde. Acaba hangi sayfasını okurken yakalayacak ölüm beni? Bilgisayarda “Ahmet Kaya – Benden Selam Söyleyin” açık kalmış olacak belki de. Boş sigara paketleriyle dolup taşmış küllüğe bakacaklar. Sadece bakacaklar. Kimse anlamayacak; ne boş paketleri, ne dolu küllükleri, ne de açık kalmış gözlerimden okunan geçmişi.


Bazen insanların yaşama sevincine anlam veremiyorum. Nasıl sarılıyorlar böyle dört elle hayata? Yaşamak için bu kadar nedeni nasıl buluyorlar? Bir de bana bak... Ölümü bekliyorum; sevgilinin yolunu gözleyen insanlar gibi. Ölümü düşlüyorum. Onun kokusunu iki şehir öteden bile alabiliyorum.


Geçen salı gecesi, balkonda otururken esen rüzgârda hafif mayhoş bir koku vardı. Tanıdık ama aklıma gelmeyen bir kokuydu. Hiç tatmamama rağmen tadını bildiğim bir kokuydu sanki. Ölümdü bu... Ölümün kokusuydu! Sonunda bizim sokağa da gelmişti. Acaba benim için mi gelmişti? Ya bana değilse? Ya beni bilmiyorsa, tanımıyorsa? Ya o da beni yaşamaya terk ettiyse?


Şansımı denemekten zarar gelmezdi. Hemen ok gibi fırladım yerimden. Kapı otomatiğine bastım, apartman kapısını açtım. Sonra dairenin kapısını açtım. Saksısına sığmayan orkideler gibi sabırsızdım, ölüme kök salmaya. Sonunda gelmişti beklediğim. Dedikleri gibi ansızın, bir anda çıkagelmişti. Tam 19 yıldır beklediğim ölüm, sokağıma gelmişti.


Böyle kuru bir karşılamayı hak etmiyordu ölüm. Hemen mutfağa koştum, güzel bir çay demledim. Acaba ölüm çayı sever miydi? Dolaptan soğuk bir su çıkardım, masaya koydum. Uzun yoldan gelmişti, hemen işe koyulmasını isteyemezdim. Ölüm de olsa, gelen misafir misafirdir. Ölümümü en güzel şekilde ağırlamak boynumun borcu değil mi zaten?


Üzerime başıma baktım, ölmek için hiç uygun değildi. Şortla ölüm mü karşılanır? Hemen o çok sevdiğim mavi gömleği üzerime geçirdim. Hâlâ taksidini ödediğim takım elbise pantolonuna iki tur ütü atıp giydim. Artık ölüm için hazırdım. Çayım, kahvem, suyum, kombinim… Her şeyim hazırdı. Ölmek için çok güzel bir geceydi, değil mi?


Kapıda boynuna atlayıp sarılsam çok mu cıvık olurdu acaba? Neden cıvık olsun ki? O benim ölümüm, beni almaya geldi. Kimseye sarılmadığım gibi sarılmak istiyorum ölüme. Kokusu genzimi yaksada, solumak istiyorum onu ciğerlerime. Ee, nerde kaldı? Evimi bulamadı mı acaba?


Sabaha kadar bekledim ölümü, ama hiç gelmedi. Yine beni ekmişti. Yine beni görmezden gelmişti. Acaba hangi şanslı hınzırın yanına gitti? Öğle vakti, büyük bir hayal kırıklığıyla evden çıkıp o kokuşmuş sokağın havasını soludum. Ah be ölüm… Gelseydin şimdi seninle başka diyarlarda, başka bir hikâyenin kahramanı olurduk. Ben burada figüran bile değilim…


Sokağın sonuna doğru baktığımda insan kalabalığı dikkatimi çekti. Kalabalığın arasına karışıp “Ne oldu?” diye sorduğumda aldığım cevap “Raziye teyze vefat etmiş,” oldu. Ah ulan ölüm… Sen de mi beni aldattın? Hani bana gelecektin? Nereden çıktı şimdi Raziye’yi alıp gitmek? Hani aldatmak insanlara has bir şeydi? Beni ölüm bile aldattı. Allah ölümün bile sadık olanını versin.


Vasiyetimi bile yazmıştım. Her şey hazırdı. Kimsesizler mezarlığına defnedilmek istiyordum. Mezar taşımda hiçbir şey yazmayacaktı. Saf beyaz bir kâğıt gibi olacaktı. Ölümümle yeni bir sayfa açıyorum mesajı verecektim dünyaya. Olmadı… Yine beceremedim. Ölümü yine yakalayamadım. Beş dakika ile kaçırdım ölüm trenini...



– Belki de ölmek…


– Rasim abi yeter abi ya, her sabah aynı hikâye. Bedavadan tansiyonuna bakıyoruz da yeter yani! Ölüm de ölüm…

-Kalk abi, 12'ye 8 tansiyonun var. Bu tansiyonla ölmezsin, korkma.


– Muhittin, yine de olaylara iyi tarafından bak. Ölmek o kadar da kötü değil. Nefes alırken seni el üstünde tutmayan insanlar, öldüğünde cesedini omuzlarına almak için yarışacaklar. Kim bilir, belki de ilk röveşatamızı tabutta çekeriz...


– Rasim abi, ağzının ortasına vişneli öksürük şurubu şişesi sokacağım şimdi. Abi, eczaneye gelen müşterileri korkutuyorsun, yapma.


– Tamam lan, hemen esnaf ağzı yapma, gidiyorum. Her şey için teşekkür ederim aziz dostum. Sana ölümün en güzelini, en sadık olanını diliyorum. Zira benimki yıllardır beni aldatıyor...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Protein Zehirlenmesi

Alın Yazısı ve Nem Teorisi

Gustalvo'ya Mektup