İsyanım Var Muhtar
Firik pilavını firiksiz yaptığım için sokağımdan sürgün edilmek bana biraz ağır gelmişti. Bu mahallenin katı kuralları yüzünden benim gibi nice insan ya sürgün edildi ya da “faşist” iftirası atılıp içeriye attırıldı. Bu mahallenin kendi hiyerarşisi var. Bir firik yüzünden sürgüne gönderilmeyi asla hak etmedim.
Sırtımda 38 kilo bavul, elimde bir tencere firiksiz pilavla, ıssız bir parkın kaydırağında oturmuş zırıl zırıl ağlıyordum.
Bana en çok koyan, kendi düdüklü tenceremin kapağıyla beni dövmeleri olmuştu.
Ya düdüğü boğazıma kaçsaydı? O zaman bunun hesabını kim verecekti? Düşündükçe ağlıyorum, ağladıkça kaşık kaşık pilav yiyorum. Oysaki ne güzel yaşayıp gidiyordum. Keşke üşenmeseydim de o firiği gidip alsaydım.
Vakit epey geç olmuştu ne kadar süredir burdayım bilmiyorum. Kafama aldığım darbeler zaman algımı yok etmişti. Birazdan horozlar ötmeye başlayacak ama ben hâlâ parkta oturmuş, salıncakta sallanarak başıma gelenleri hazmetmeye çalışıyordum.
Belki de pilavı hazmetmek için uğraşsam daha iyi olacak; bir tencere pilavı silip süpürdüm.
Aslında başıma gelen bu olaya çok şaşırmamam gerekirdi. Bu mahalleye ilk taşındığım gün, bütün kuralları zaten anlatmışlardı. Yıllar içinde buna benzer birçok olaya da şahit olmuştum.
Mesela geçen ay Sebahattin abiyi, düğün konvoyunda korna ahengini bozduğu için üç ay düğünlere katılmaktan men etmişlerdi.
Tabii bu ceza onları kesmemiş; ekstra olarak Sebahattin abiyi iki sezon Muhteşem Yüzyıl izlemeye mahkûm etmişlerdi. Adam iki ay kendini Hürrem Sultan sanmıştı. Sülamanım da Sülümanım diye gezip durdu sokakta. Benide şehzade Mustafa sanıp boğdurmak istemişti.
Ah ulan Sebahattin abi... Sana çok güldük diye mi bu hâle düştüm acaba?
Sebahattin abi bize toplu beddua etmiş de olabilir. Peki o kadar adamın içinden neden beni seçti o beddua? Hayır yani, neden ben?
Zaten hep böyle olur: Nerede havada kalmış, karşılıksız bir beddua varsa gelir bana sığınır. Yetimhane gibiyim; sahipsiz bedduaları evlat ediniyorum...
O kararın verildiği mecliste ben de vardım. El kaldıranlardan biri de bendim.
Eee, “Sülümanım, bugün bana, yarın sana” durumunu yaşadım gecenin bir yarısı.
O zamanlar bana eğlenceli gelen bu kurallar, şimdi benim sonum olmuştu. Bunları düşündükçe mahalleliye karşı daha çok bileniyordum. Bilendikçe salıncağı daha hızlı sallıyordum. Sallandıkça bilendim, bilendikçe sallandım...
Bu kısır döngü içinde güneşin doğuşuna şahitlik ettim ama sallanmaktan vazgeçemedim.
Sabah olmuştu. Bavulumu sırtıma yükleyip kendime yeni bir mahalle bakmam lazımdı.
Yeni insanlar, yeni binalar, yeni komşular...!
Ben yeniliklere kapalı biriyim. Nasıl alışacağım şimdi?
Alışmak zorunda mıyım peki?
Ya da gitmek zorunda mıyım?
Ben niye kabulleniyorum lan bunların saçma kanunlarını?
Dönerim mahalleme, yakarım isyan ateşini; onların o saçma kanunlarını kulak deliklerine sokar, yerleşik hayatıma devam ederim.
Evet evet, en mantıklısı bu: Ya efsane olacağım ya da kestane.
Artık hangisi nasipse...
Öyle bir gaza gelmiştim ki, salıncağı yerinden söküp, topuklarım neticeme vura vura mahallenin girişine kadar koştum.
Artık geri dönüşü yoktu, bu yolun sonu sadece zafere çıkacaktı.
Mahallenin girişinde beni muhtar Selami ile ihtiyar heyeti karşıladı.
Muhtarla göz göze geldik. Bir süre bakıştık.
Ortamda resmen ölüm sessizliği vardı.
Gözümü muhtardan ayırmadan onu izliyordum.
Bizim muhtarın gözü fuşya renk mi la?
O nasıl göz lan? Acaba lens mi?
Neyse, şimdi bunları düşünmemem gerek. Ben kendi isyanıma konsantre olmalıyım.
Onun elindeki ne la? Sabah sabah trileçe mi yiyor muhtar?
Konsantre ol, konsantre ol. Amacından sapma, meybuz. Hadi aslanım, konsantre ol...!
Herhalde bir beş dakika bakıştık muhtarla. Allah muhafaza biraz daha bakışırsak muhtarla oturup mehir konuşacak kıvama gelecektik. Baktım, onun söze gireceği yok; ben daldım mevzuya:
— Muhtar! Muhtar çekil önümden! Yetmedi mi lan zulmünüz? Bırakın evime, mahalleme gireyim!
Daha fazla insanın canı yanmasın istiyorsan, sakince ihtiyar heyetini de al, bürona dön!
Yetti ulan! Artık kendi kendine yasalar çıkarıp bizi yönetmekten vazgeç!
Oğlum siz kimsiniz lan, siz kimsiniz!
Ben adamın var ya, burun deliğine mentollü selpak sokarım!
Açılın lan! Dağılın, gidin!
Sanırım ses tonumu ayarlayamamışım. Bütün mahalleli evlerinden fırlayıp muhtarın arkasında saf tuttu.
Ama kararlıydım. Bu iş bugün bitecekti.
Geri adım atmaya niyetim yoktu.
Mahalleliye karşı gururlu bir gülümseme atıp başımı kaldırıp gökyüzüne baktım.
Rahmetli nenemin suretini görüyordum bulutlarda, bana bakıp gülümsüyordu.
Ben de ona bakıp dedim ki:
— Nenecim, hep dediğin gibi: “Allakta movit movit, allakta movit movit...”
Bunların içinden geçip yasalarını başlarına çalıcam! Bekle beni pofidik yanaklım!
Gözlerimi kapatıp elimdeki salıncakla kalabalığın arasına daldım.
Salıncağı bir sağa, bir sola sallıyordum.
Artık ok yayından fırlamıştı...
Kendime geldiğimde hastanedeydim. Kafama 38 dikiş atılmıştı.
On dört tane dişim kırılmıştı. Üç ay sıvı gıdalarla beslendim.
Vicdansızlar, kendi salıncağımla dövmüşler beni.
Alnımın ortasında belediyenin logosu vardı.
İsyan benim neyime zaten, o mahalleden sıkılmıştım taşınmak için bahanem oldu bu olay. Yani dönmekten korkmakla yada yediğim dayakla hiç bir alakası yok. Ben zaten yeni bir mahalleye taşınmak istiyordum.
Kendime yeni bir mahalle bakıyorum.
Bildiğiniz temiz, güzel, kuralsız bir mahalle varsa öneri olarak alırım.
Ha bu arada, artık solak oldum. Sol kolumu kullanıyorum.
Beni nasıl dövdüler bilmiyorum ama solak yetisi yüklenmiş bünyeme.
Doktor, beyin travması falan bir şeyler dedi ama tam anlamadım...
Sürgün dediler, verdiler elime pilavı
Ne firik var içinde, ne şehriye
Kah kaydırakta ağladım, kah salıncakta,
Bir tencere pilavla düştüm hayata.
Firiksiz bir tencereyle başladı bu isyan,
Salıncağı silah ettim, yüzümde fırtınadan nişan.
Muhtarın gözünde fuşya lens, elinde trileçe,
Ben gökyüzüne baktım, nenemin gülüşüyle.
Kendi tenceremle dövdüler beni,
Alnıma logo basıp sildiler kimliğimi.
Yasaktı burada her şey; gülmek, susmak,
Sebahattin abiyi bile Hürrem yaptılar bak.
Salıncağı söktüm, döndüm mahalleye,
Kırdım zincirleri, sövdüm feodal düzene.
Muhtarın gözü fuşya mıydı hâlâ bilmiyorum
Ama bildiğim tek şey: ben artık solak bir yorgunum..
----
Yorumlar
Yorum Gönder