Arayış

 Bazen kendimi, Katolik bir şairin mısralarında sıkışıp kalmış, fütursuzca kıblesini arayan bir mümin gibi hissediyorum... Bir elimde bozuk bir pusula, diğer elimde dibi delinmiş bir ibrik. Ne kıbleyi bulabiliyorum ne de ibriği doldurabiliyorum.


Ayaklarım, hangi yöne yürürse yürüsün, aynı çöle saplanıyor sanki. Gökyüzü, sabit bir kilim gibi üstüme serilmiş; ne yıldız kayıyor ne güneş doğuyor. Her adımda, hem yönümü hem de niyetimi biraz daha yitiriyorum.


Zaman, elimde avuçladıkça kumlaşıyor; sesim, içimde yankılanan eski dualara karışıyor. Bütün işaretler silinmiş, bütün haritalar körleşmiş gibi. Ne bir iz bulabiliyorum ne de kaybolmaya cesaret edebiliyorum. Sanki varlığım, unutulmuş bir su kuyusunun dibinde, yankısını bile unutan bir ses parçası gibi titriyor.


Bu uçsuz bucaksız çölde zaman algımı kaybediyorum. Ne kadar zamandır buradayım, bilmiyorum. Bu sinsi çölde kaybettiğim sadece zaman değildi. Ruhumun avuçlarımdan kayıp gittiğini hissediyorum. Direndikçe daha derine saplanıyorum; çöl beni yutuyor. Bu uçsuz bucaksız kum yığınları beni ele geçiriyor. Yüzüme sertçe çarpan kum fırtınaları umudumu söküp alıyor içimden. Kıblemi bulmak için çıktığım bu yolda her şeyimi kaybetmek üzereyim. Kaybettiğimi iliklerime kadar hissediyorum. Sanırım pes etmenin zamanı geldi. Bu kızgın çöl benim son durağım olacak.

Peki kıble neresi? Cesedimin bir kıblesi olmayacak mı?


Sonunda, bir gece vakti pes etmiştim. Pusulamı ve ibriğimi bir kenara bıraktım. Yalınayak, avuçlarım boş, başımda kara bir sessizlikle, yıkık bir mescide doğru yürüdüm.

Belki de çöl yine bana oyun oynuyordu.

Belki de bu mescit sadece bir seraptı.

Artık kafamın içindeki seslere söz geçiremiyordum.

Sanki her kum tanesinde ayrı bir kasvet yüklüydü.

Ya serap değil de gerçekse?

Yürümek istiyorum, o yıkık mescide girmek istiyorum.

Belki de yıllardır aradığım kıblemi bulmak üzereyim.

Bu fırsatı kaçırmak istemiyorum.

Kaderin bana sunduğu bu virajı kaçırmak istemiyorum...


Mescidin kapısını sonuna kadar aralayıp içeri giriyorum. Taşları yosun tutmuş, kapısı çoktan düşmüş. İçeride, kırık pencerelerden süzülen ay ışığı, yere paramparça düşüyordu. Dizlerimin bağı çözüldü; çöküp kaldım o kırık ışıkların içine.

Sanki bütün kayboluşlar, bütün boşluklar burada buluşmuştu.

Ve ilk defa, hiçbir şeyi aramadan, hiçbir yöne dönmeden, olduğum yerde kalabildim.

Sustum. Dilim tutulmuş gibiydi; cümlelerim daha kurulmadan boğazımdan kayıp tekrar zihnime dönüyordu.

Sanırım bulmuştum. Sonunda olmuştu. Yıllardır aradığım kıble beni bulmuştu.

Ruhumun tekrar bedenime döndüğünü hissediyordum.

Ve belki de o an, kıble bana ilk defa bu kadar yakındı... 



 Şaziye aplaaa, Şaziye alaaaggg!

"Basri abi yine çakmak gazı mı kokladı?"

Yahu hadi Basri abi, ne zaman FIFA 2007 açsak, sırf Manchester’ı almak için garip garip cümleler kuruyorsun.

"Al Basri, al! Manchester yine senin olsun."


 "Şaziyeee, Şaziyeee! Bahisler açıldı, Manchester bende! Bu enayiden bir gazoz içelim mi?"

  


 "Basri abi, senin o yamuk enseni kıbleye çevirir, yaşına hürmet etmeden fütursuzca şaplaklarım!

Hadi abi ya, bas şu 'play' tuşuna da alayım senin ifadeni."


Bu uçsuz bucaksız çöl...

"Tamam lan, tamam, başlayalım hadi!" 


 Ve biz, kum fırtınası gibi savrulan kahkahalarımızla, eski televizyonun önünde kadim bir savaş başlattık.

O akşam sadece gazoz kapakları konuştu ve Basri abi yine kaybetti...




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Protein Zehirlenmesi

Alın Yazısı ve Nem Teorisi

Gustalvo'ya Mektup