Köpükler İçinde Uyu Rıza
---
1856 yılının sıcak bir temmuz ayının ortasıydı. Her şey sıradan bir şekilde devam ediyordu. San Francisco sokaklarında başıboş gezmelerimiz, at pisliğine attığımız tekmelerimiz... Her şey dün gibi aklımda. Sadık dostum Alexander Rıza, nenesinin çeyiz sandığından çaldığı serum hortumuyla sünger (sapan) yapmaya çalışıyordu. Ağır ağır arkasından yaklaşıp ensesine okkalı bir tokat yapıştırıp "Bugün cuma, enseyi kapa" şakası yapmak üzereydim. Ben o şakanın bütün bu olanlara sebep olacağını nereden bilecektim ki...
Ben daha şaplağı koymadan Rıza yere yığılıp kalmıştı. Ağzından köpükler çıkıyordu. Rıza, sanki ucuz deterjan yutmuş gibi köpürüp duruyordu. Rıza'nın ağzından çıkan köpükler boşa gitmesin diye hemen çoraplarımı çıkarıp çitilemeye başlamıştım. Rıza köpürüyor, ben çitiliyordum. Tam bir ekip ruhu vardı ortada. 13,5 yaşında olmanın verdiği cehaletle Rıza'nın can çekiştiği hiç aklıma gelmemişti. Tek yaptığım şey, yarınlar yokmuşçasına çoraplarımı çitilemekti. Çoraplar alın yazım kadar saf ve temiz olmuştu ama köpükler bitmiyordu.
Durumun ciddiyetini fark ettim ve hemen müdahale etmek gerektiğini düşündüm. Etrafıma baktım, tek bir insan bile göremedim. Ne olmuştu bu kalabalık şehre? Kimsecikler yoktu. Çaresizce Rıza'yı izlemeye devam ediyordum. Sadık dostum köpürdükçe çaresizlik beni esir alıyordu. Bir şeyler yapmam gerekiyordu. Alexander Rıza, avuçlarımdan kayıp gitmek üzereydi. Allah kahretsin, Graham telefonu da bulmadı ki ambulans çağırayım! Biraz kendini işine vermiş olsaydı şu an tek tuşla bütün sağlık bakanlığını buraya yığmış olurdum. Evet, bu olanların tek sorumlusu Graham ve onun tembelliğiydi. Graham ölmeli... Graham ölmeli... Evet evet, kesinlikle artık Graham ölmeli!
Ne kadar zaman geçmişti farkında değildim, sadece dostumun köpüklerini avuç avuç kovaya doldurup duruyordum. Bu köpükler, ondan bana bir hatıra olarak kalacaktı. Belki de evdeki bulaşıkları bunlarla yıkarım. Acaba bu köpükler saçımdaki kepeklere iyi gelir miydi? Denemeden bilemeyiz ki! Hemen köpükleri alıp saçıma, yüzüme, gözüme sürmeye başladım. Öff Rıza, yine mi şırdan yedin be oğlum? İnsan ölmezden önce şırdan yer mi? Köpüklerin şırdan kokuyor. San Francisco'nun ortasında, Adana'nın bağrından kopup gelmiş bir şırdan tanesi gibi hissediyorum kendimi. Ah be oğlum, kaç kez dedim sana bırak şu sakatatı!
Ölmezden önce son yemeğimizi seçme hakkımız olsaydı acaba ben hangi yemeği seçerdim? Zurna dürüm mü, yoksa lebeniye mi? Hayatı boyunca kararsızlıklarla boğuşan bir çocuk için çok zor bir soru bu. Ya peki ölüm anım diyet yaptığım döneme gelirse? Kepekli ekmek ve kibrit kutusu büyüklüğünde peynir mi olacak son yemeğim? Olmaz... Olamaz! Ben cesedimin çavdar ekmeği kokmasını istemiyorum. Kalk ulan Rıza, kalk! Senin yüzünden anlamsız bir kargaşa içinde kaldım, kalk!
Birkaç kez Rıza uyansın diye ona at pisliği koklattım ama işe yaramadı. Köpükleri de kesilmişti artık, köpürüp durmuyordu. Sanırım Rıza uçmağa varmıştı, göçe gitmişti. Yav ne uçmağı, ben Moğol komutanı Noyan mıyım? Bu nasıl cümleler! Babamı zamanında dinleyip Diriliş Ertuğrul izlemeyi bırakmam gerekiyordu. Rıza da çok severdi Diriliş Ertuğrul'u. O hep Bamsı olmak isterdi, ben ise Noyan. Sanırım benim içimde yaşayan bir Moğol var. Kımız içip at eti kemirmek isteyen arsız bir Moğol besliyorum ruhumun derinliklerinde. Ruhumun kuytu köşelerinde şaman tokatlayan bir komutan var. Kalk ulan Rıza, kalk!
Yatsı ezanı okunuyordu, şehirden yavaş yavaş sesler yükselmeye başlamıştı. PlayStation salonunun önünde, yüzüm gözüm köpükler içinde, kollarımda Rıza'nın cesediyle yığılıp kalmıştım. Bütün şehir sanki yatsıyı beklemişti. Geç kalmışlardı... Rıza, köpükler içinde sonsuz uykusuna dalmıştı. Şerif bana doğru geliyordu. Lumberjack çizmelerini yere vura vura üzerime doğru geliyordu. Rıza'yı alacaklardı benden! Dostumu, yoldaşımı, köpüğüne kurban olduğum sırdaşımı cayır cayır yakacaklardı. Evet, yakacaklardı! Rıza'nın ailesi Budist olduğu için üç liralık benzinle yakacaklardı minik bedenini.
Şerif, Rıza'nın cesedini kollarımdan söküp alırken Rıza son köpüğünü avuçlarımın arasına kustu. Ah ulan ah! Dostum bana son vedasını etmişti... Kalk ulan Rıza, kalk!
Ertesi gün Rıza'nın cenaze merasimi oldu. Bütün insanlar, çalı çırpı ne bulduysa Rıza'nın üzerine yığdı. Ucuz bir kibritle yaktılar. Yanıyordu Alexander Rızam, cayır cayır yanıyordu! Arada ufak tefek patlamalar oluyor, köz parçaları etrafa sıçrıyordu. Yaklaşık üç saat sonra Rıza tamamen köz olmuştu. Kalabalık dağılmış, bir ben kalmıştım. Yanıp giden dostumu izlerken bir anda aklıma geldi... İki gündür hiçbir şey yememiştim!
Hemen eve koşup iki patates, birkaç soğan, bir tane de bazlama kapıp tekrar geldim. Sadık dostumun közlerini israf etmemek için patatesi, soğanı güzelce közde pişirip bazlamaya dürüm ettim ve yedim. Önce köpüklerini kullandım, sonra közlerini. Ben dostlarını kullanan biri miyim acaba? Ama israf olacaktı... Ben bunları yapmasam boşa gideceklerdi.
Zaten köpük kepeğe de iyi gelmedi, hâlâ kepekli geziyorum. Yine karmaşanın ortasındayım elimde bazlama ile kişiliğimi sorguluyorum.
Kalk ulan Rıza, kalk! Cesedin beni a
rafta bırakıyor...
---
Yorumlar
Yorum Gönder