Hattari Hanzo Laneti ( Bölüm Bir )

 

 

 Herşey 1814 yılının Ekim ayının on dokuzuncu günü başlamıştı. Öyle bir sabaha uyanmıştım ki hiç birşey eskisi gibi olmayacaktı. O gecenin sabahında bunların yaşanacağını bilseydim sadık dostum Canki'nin bodrum katında sakladığı Hafize nenenin çeyiz sandığının en ücra köşesine saklanıp hayatımın geri kalan kısmına orada devam ederdimHerşeyin başladığı o geceye tekrar dönmek için gömlek cebimde sakladığım nenemin vesikalık resmini bile verirdim. Ama artık herşey için çok geçti olan olmuştu hattari hanzo cinleri yüzümü çalmıştı... 


O gece her şey gayet sıradandı. Balkonda oturuyor, tükürük yarışları yapıyorduk. Karpuz çekirdeği çitliyor, ülke ekonomisi hakkında arsızca yorumlar yapıyorduk. Cebimizde beş liramız bile yoktu ama bu balkona çıktığımızda, bir anda profesyonel ekonomistlere dönüşüyorduk. Gerçi daha fazla paramız olsa da değişen bir şey olmazdı; biz hep beş liralık karpuz çekirdeği alıyorduk, yine beş liralık alacaktık. Çünkü bizim fakirliğimiz cebimize sığmamış, ruhumuza işlemişti.


Gecenin ilerleyen saatlerinde, karşı komşumuz Tonino da aramıza katıldı. Tonino, iki yıl önce Oklahoma City’den mahallemize taşınmıştı. Rahmi Abi’nin bodrum katında kiracıydı ama iki yıldır bir kuruş bile kira ödememişti. Rahmi Abi, su böreğinden daha yumuşak bir vicdana sahip olduğu için, Tonino’yu ensesinden tutup sokağa atamıyordu. Tonino'nun mahallemize taşınmasından sonra kaynaşmamız pek de zor olmamıştı. Birer avuç leblebi verdi ve samimiyet bir anda kurulmuştu. Çorumlu olmasak da leblebiye saygımız vardı; leblebi yiyen insandan zarar gelmezdi.


Tonino’nun hayatı, +7 IMDb korku filmleri izlemeye adanmıştı. Dabbe fanatiği, tam bir gerilim bağımlısıydı. Her gece balkonda saçma sapan ritüeller dener, korku hikayeleri anlatırdı. O gece, elinde dev bir lahana turşusu bidonu ile geldi, masaya koydu ve gözlerimizin içine bakarak, “Bu turşu, Oklahoma’daki halamdan bana miras kaldı,” dedi. Biz alaycı ve umursamaz şekilde bidona bakarak, “Evet, yine bir başka garip hikaye” dedik ama çok da ciddiye almadık. Fakat, o turşunun kapağını açtığı an, sanki bütün dünyayı saran bir koku yayıldı. Dünya durdu, zaman geri gitti. Rahmi Abi'nin ayak kokusu gibi bir şeydi. Koku o kadar kesindi ki sanki üç ay boyunca su yüzü görmemiş bir koltuk altı gibi hissettik. Kokunun ağırlığından ortamda yer çekimi kaybolmuştu.


Koku yüzünden hafif sersemlemiş halde ona baktık ve “Tonino, bu turşuyu yersek ne olur?” diye sordum. Tonino kaşlarını çattı, gözlerini kıstı, ağzını açıp derin bir nefes aldı, ardından “Bu turşuyu yiyen, yüz çalan Hattari Hanzo cinlerine meydan okur!” dedi ve balkondan aşağı koca bir balgam fırlattı .


Canki, bir an tereddütle bakarken ben pek de ciddiye almadım. Sonuçta, turşu ne ki? Hadi canım, bir turşu yüzümü çalacaksa, ben de kabul ederim. Toninoya dönüp " demirden korksak trene binmezdik aslan " diyip hemen bir tane kaptım ve yarınlae yokmuşcasına katır kutur yemeye başladım. Bir şey hissetmedim, o kadar da fena değildi aslında.


Tonino’nun gözleri hâlâ üzerimdeydi, sanki birazdan ruhunu teslim edecekmiş gibi bir bakışla beni süzüyordu. Gülümsedim ve “Neredeler lan senin Hattari zırtolar? Delikanlı değiller mi, yoksa bu turşu cinleri, yumuşak mı lan bunlar?” diyerek katır kutur turşuyu yemeye devam ettim. O kadar canla başla yedim ki, sanki bu turşuyu yemek için yaratılmışım, sanki varoluş sebebim bu turşuyu yemekti. Ama Tonino’nun yüzündeki o garip ifade hiç geçmedi. Sadece, “Bekle ve gör,” dedi, derin bir nefes aldı.


O an, Canki'nin gözlerinde bir tedirginlik belirdi. “Aga, sen de dikkat et,” dedi, ama ben gülerek “Korkma la sadece hıyar turşusu hafif ekşisi fazla ama olsun beleş malda ayrıntı aramayacaksın gömeceksin aga ” diyip şapır şupur yemeye devam ettim. Arada dönüp Toni'nun yüzüne geğirmeyi de ihmal etmedim. Turşuyu yiyip derin bir nefes alıp Tonino ile alay etmeye başlamış balkonda başı boş espiriler patlatıyordum. 


  Ama tam o sırada, başımda bir uğultu hissettim. Gözlerim kararmaya başladı, sanki dünya yavaşça siliniyor gibi... Yüzümde bir soğukluk hissettim. Bunu anlamam biraz zaman aldı. O an gerçekleri kavrayarak, gözlerimi Tonino'dan ayırmadan “Yüzüm... Yüzüm ne oluyor?” diye bağırdım. Tonino, gülümseyerek “Hattari Hanzo abilerim geldi yumuşak diyordun hareket çekiyordun ne oldu la givşek " diyerek kahkaha atmaya başladı. 


Tonino'nun suratına sert bir bakış attım ve “Lan boş boş konuşma, yüzüm siliniyor, bir şeyler yap! Müşteri hizmetlerini ara, kullanım kılavuzunu çıkar, halanı bağla lan hatta, CİMER'e falan yazın, bir şeyler yapın oğlum!” diye bağırarak balkonda ordan oraya koşmaya başladım. Yüzümdeki erime, ruhuma kadar işliyordu. Ne yapmam gerektiğini bilemiyordum, panik içindeydim. Balkonda arka adalesinde çekme oluşan topçu gibi sekip duruyordum tek ayağımın üzerinde.


  Canki, yaşadığı bu olay karşısında şoka girmişti. Elleriyle başını tutarak ilahi söyleyip, İslamın ve imanın şartlarını sıralayıp tüm tuşlara basarak bölüm geçmeye çalışıyordu. Hatta arada hızını alamadı otuz iki farzıda sıraladı. Ee kolay değildi agasının yüzü eriyip gidiyordu o ise hiç bir şey yapamıyordu. 


 Tonino ise alaycı bir şekilde çekirdeğini çitleyip, “Gerilme la, zaten yüzünü çok kullanmıyordun, en azından ağırlık yapmaz,” diyip gülüp duruyordu. Tonino daha buna benzer sayamayacağım kadar çok espiri yaptı. Tonino'nun eriyip giden yüzüme yaptığı folloş espirilere daha fazla dayanamayıp yakasını tuttum " bak beni dinle oğlum benim dayım mafya dinime Allah'ıma paraya kıyıp beş liralık benzin alırım seni yakarım çocuk yüzümü geri ver lan "...

  


  Tonino gayet sakin bir şekilde gözlerini kıstı ve, “Yüzünü geri almak için tek bir yol var,” dedi. “Ayna karşısında üç kere ‘Turşu Ana!’ dediğinde, yüzün geri gelir.”dedi. Önce biraz karşı çıktım bizimle alay ettiğini düşündüm ama denemekten başka çaremiz yoktu. Ya deneyecektim yada kalan hayatıma yüzsüz devam edecektim vakit daralıyordu sanırım tek çarem bu turşu bidonu kılıklı adama uymaktı...



Hepimiz telaşla evin her yerini aradık, ama her şey vardı, ayna yoktu! Yalnızca yüzümle kalmamış, bütün evde her şey kaybolmuş gibiydi. Hemen her yeri karıştırdık, ama aynalar… Hiçbir yerde yoktu! Tam pes edecekken, bodrum kattaki Hafize nenenin çeyiz sandığı aklımıza geldi. Hemen bodrum kata indik, sandığı açtık, ama ayna yok! Hafize nenenin çeyiz sandığında bir tepsi bulduk. Sonuçta aynada yansımana bakıp turşu ana diceksin tepside de pek âlâ yansımam vardı. Vakit daralıyordu gün doğmak üzereydi hemen tepsiyi yere koyduk ve hep bir ağızdan “Turşu Ana! Turşu Ana! Turşu Ana!” diye bağırdık. Ama nafile, yüzüm geri gelmedi. O an, yüzsüzlük kaderim olmuştu yapacak hiç bir şey kalmamıştı...

 

 Gün doğmaya başlamıştı, güneş ışıkları pencerenin kenarından süzüldü, ama yüzüme tek bir ışık bile düşmüyordu. Sanki tüm doğa beni görmezden gelmiş gibiydi. Yavaşça pencereden dışarıya baktım, ama o alışık olduğum yansıma yoktu. Bir zamanlar güneşin altında parıldayan yüzüm, şimdi kaybolmuştu. Artık bir yüzsüz olmuştum…

 

 1824 yılının Ekim ayının on dokuzuncu günü… Tam on yıl oldu, yüzümü kaybedeli. On yıl… Bu kadar zaman nasıl geçti, hiç fark etmedim. Yüzsüz olmak, bu on yıl içinde bir ömür gibi geldi bana. Tonino, ah Tonino… Her şey senin saçma sapan gerilim tutkun yüzünden başımıza geldi. Senin o “Hattari Hanzo” masalların, turşu işlerin, en sonunda yüzümü elimden aldı. Hâlâ aynaya bakamıyorum yüzüm yok yüzsüz olmak ne kadar zor şeymiş. Aynaya baktığımda kocaman bir boşluk görmek istemiyorum. Ben yüzümü geri istiyorum Tonino..

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Protein Zehirlenmesi

Alın Yazısı ve Nem Teorisi

Gustalvo'ya Mektup