Hemoroid
Ah ulan Şaziye ah, senin için neler yaptım da sen gittin cozzip İsmail'in yavuklusu oldun. Şimdi size aşkın kirli yüzünü anlatacağım sevgili dostlarım. Daha ilkokul beşinci sınıfta yüzleştim ben aşkın gress yağlı suratıyla; acı bir tecrübe olmuştu benim için...
Puslu bir salı sabahı okulun önünde sıraya girmiş, müdürün bize attığı fırçaları dinliyorduk. Müdür bir ara bizim sınıfın ip gibi dizildiği yöne dönüp, önce kedi Selim'i, daha sonra ölü Emrah'ı işaret etti. Derin bir "oh" çekip, "Yırtık lan, bu sabah bana sarmadı," dedim. Daha kafamdaki derin oh sesi yerli yerine oturmadan beni de yanına çağırdı. "Ulan acaba yine ne yapmıştık?" diye söylenerek müdürün karşısında dikilmişim. Müdür gözlerimin içine bakarak, "Bu yerden bitme popstar Ajdar hayranı arkadaşınız ve ekibi okulun duvarına çikita muz yazarken yakalandı. Şimdi gelelim cezalarına," diyip mikrofonu bana uzattı. "Oğlum ne çikitası lan, biz onu geçen hafta yapmıştık, kimse fark etmedi sanıp gülüp eğlenmiştik." Ben müdürün suratına merhamet dilenen Gollum bakışları atarken müdür elimden mikrofonu çekip aldı ve suratıma nefret dolu bir bakış atıp, "Hadi lan, duvara yazdığın o hayranı olduğun besteyi okusana bize, ırzı kırık," diye suratıma ağır bir tokat indirdi. Hayır arkadaş, niye sadece ben? Biz onu üç kişi yapmıştık ama cezayı niye ben çekiyorum? Kısa bir sessizlikten sonra sanırım müdürün egosu tatmin olmuştu ki bizi yerlerimize gönderdi.
Ah ulan müdür, madara etmiştin bizi. En çok da Şaziye'me rezil olmuştum. Hayatımın aşkının gözünün önünde kıvrak bir kobra muamelesine maruz kalmıştım. Sınıfa geçip hiç kimsenin yüzüne bakmadan arka sıraya geçip yerime oturdum. Oradaki kalabalığa rezil olmak umurumda bile değildi ama Şaziye'me rezil olmak beni otuz sekiz yerimden deşmişti. Kafamı kaldırıp Şaziye'min yüzüne bakamazdım artık. Birden yerimden fırlayıp bağırarak, "Ulan müdür, senin evinin duvarına şah damar yazmazsam adam değilim!" diye bağırdım.
Sınıfta ani bir sessizlik oluşmuştu, sanırım benim bu isyanım karşısında sınıftakiler ani bir şok olmuştu diye düşünüyordum ki enseme sağlam bir tokat indiğini hissettim. Off, ben bu tokadı biliyorum, Selatı vitir Salih'in tokadı bu; nerde yesem tanırım. Kafamı çevirip baktığımda Salih Hoca suratıma bakıyordu; sanırım ben uzun uzun utanırken ders başlamış. Selatı vitir Salih bizim din kültürü öğretmenimizdi, ileride deist olup sırat köprüsünde elimiz ayağımız birbirine dolanmasın diye bize dinimizi anlatıyordu. Allah razı olsun, adamın sayesinde öteki tarafa az da olsa bilgili gidecektim. Eli ağır olması dışında çok iyi bir öğretmendi.
Selatı vitir Salih ile uzun uzun bakıştıktan sonra özür dilemek için lafa girecektim ki o benden önce davranıp, "Evet çocuklar, size geçen hafta bahsettiğim şeytanın şerri bu işte. Bunu gördüğünüz an yapıştırın Nas, Felak ve Ayetel Kürsi'yi. Hiç olmadı besmele çekin, bu mâlun çekip gider," diyerek bir tokat daha attı enseme. Ulan arkadaş, önce müdür, şimdi Salih, beni bitirmek için abdest alıp yeminler etmişler resmen. Daha fazla madara olmamak için Salih'in yüzüne bakıp, "İnneke Hamidün Mecid Hocam," diyip yerime oturdum. Salih ya sabır çekip masasına geçip oturdu.
Salih, sınıf başkanı yalaka Nimet’e dönüp, "Kızım geçen hafta sözlü sırası kimde kaldı?" dedi. Yalaka Nimet tüm sinsiliği ile, "Şaziye’de hocam, kunut dualarını okuyacaktı," dedi ahkâm kesen bir tebessüm ile. Salih ayağa kalkıp Şaziye’ye dönüp, "Şaziye gel kızım, tahtaya da işimize bakalım," dedi. Şaziye normalde çok çalışkan bir öğrenci değil ama din kültürü dersinde tam bir mümine kesilirdi. Ama bir gariplik vardı, Şaziye başı eğik hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Olum ne oluyor lan, benim sevdiceğim hiç böyle yapmazdı. Salih, Şaziye'nin yanına gidip saçlarını okşayarak, "Ne oldu kızım, neyin var, tuvalete gitmek ister misin?" diye sordu. Salih, Şaziye'ye dokundukça ben arka sırada fitili yeni ateşlenmiş Ramazan topu gibi patlamak üzereydim. İçimden bağırarak, "Dokunma lan, çek elini kızdan köpek," diyordum kendi kendime. Şaziyem, az sucuklu yumurtam, nasılda ağlıyor, Allah'ım bana dirayet ver, yanına gideyim milföy hamurumun. İlklerime kadar çaresiz hissediyordum kendimi. Tamam, Şaziye onu sevdiğimi bilmiyor ama ben biliyorum, bir de Allah biliyor, yeter yani Şaziye'nin bilmesine gerek yok ki!
Salih hocanın ısrarlarına dayanamayan Şaziye ayağa kalkıp yüzünü sınıfa dönerek, "Hocam çok üzgünüm, çalışamadım, babamın sağlık durumu çok kötü, hocam bu hafta önemli bir operasyon geçirecek," diyip kendini sıraya bırakmıştı. Ulan hayatımın kadını gözlerimin önünde sıraya çuval gibi yığılıp kalmıştı. Salih, Şaziye’nin omzuna elini koyup, "Üzülme kızım, derdi veren dermanı da verir. Babanın neyi var tam olarak?" dedi. Şaziye kafasını kaldırıp, "Hemoroid hocam," diyip tekrar kafasını kollarının arasına alıp hıçkırarak ağladı.
Salih Hoca bize dönerek, "Hadi çocuklar, arkadaşınızın babası için dua edelim. Şifa veren Allah dualarımızı kabul olur inşallah," diyerek ellerini açtı. Biz de karşılıksız itaat eden köleler gibi elimizi açıp hep bir ağızdan dua ettik. Ulan Salih, adamsın lan, müstakbel kayınbabam için otuz kişiye el açtırdın. O an Salih Hoca gözümde potansiyel bir nikâh şahidi olmuştu. Kayınbabam için dua etmemize vesile olan adamdan daha iyisini bulacak değildim, ya affettim lan seni Salatı vitir, affettim, istediğin kadar tokatla beni.
Herkes teneffüste Şaziye’ye teselli vermeye gidiyordu. Ama ben teselliden daha fazlasını yapmak istiyordum. Kafamı kaşıyıp, "Ne olaki la bu hemoroid?" diye düşünmeye başladım. Hayat bilgisi kitabına baktım ama bir cevap bulamıyordum. Olum, bu kitabın adı hayat bilgisi değil mi, niye hemoroid yok, bak işte hayatın bir parçası hemoroid. Benim ders kitaplarımda bir cevap bulamayacağımı anladım ve hayatımda ilk kez kütüphaneye gidip ansiklopedi almaya karar verdim. İnşallah kütüphanede eş dost beni görmez, insanlar ani şok geçirip kalp krizinden giderler Allah korusun. Kütüphaneye yolu düşecek en son kişi bendim. Neyse, aşk fedakarlık ister, ben de bu fedakarlığı Şaziyem için yapacağım. Bekle beni Şaziyem, babamızın hemoroidini çözeceğim...
Okul çıkışı Kedi Selim'i yanıma alıp doğruca kütüphaneye gittik. Selim kütüphaneye girdiğimizde içerideki kitapları görünce, "Oğlum, kitapların yanında tarlada domates kasası gibi dizilmişiz, lan bu ne?" dedi. "Sus lan!" dedim. "Rezillik çıkarma da işimize bakalım." İçeri doğru birkaç adım attıktan sonra kütüphaneci hanımın masasına yöneldik. Kafasında kocaman siyah bir şapka, gözlerinde iri siyah çerçeveli gözlükler vardı. Masanın üzerine yığılıp kalmış kitaplardan kafasını kaldırıp bize dik dik bakarak, "Ne arıyorsunuz çocuklar?" dedi. Selim, "Şey, teyze hemoroid nedir diye soracaktık," dedi. Kadının gözleri fal taşı gibi açıldı. "Ne diyorsunuz siz, utanmıyor musunuz böyle şeyler sormaya?" diye bağırdı. Ben hemen araya girip, "Yok, yok, yanlış anladınız teyzecim, ödev için lazım. Hani sağlığa zararlı şeyleri araştırmamız istendi de," diye kıvırmaya çalıştım. Kütüphaneci hanım bir süre bize şüpheyle baktıktan sonra, "Peki," deyip arka raflardan birine yöneldi.
Raflardan koca bir tıp ansiklopedisini alıp önümüze koydu. "Bunu okuyun, burada yazıyor," dedi. Ansiklopediye bir göz attık; içinde ne yazdığını anlamak çok zordu. Bakkal Rüstemmi yazmış bunu acaba? Neyse, birkaç sayfa çevirdikten sonra, nihayet "hemoroid" başlığına ulaştık. Okumaya başladık: "Hemoroid, anüs bölgesinde bulunan damarların genişlemesi ve şişmesi sonucu oluşan bir sağlık sorunudur. Genellikle kaşıntı, ağrı ve kanamaya yol açabilir." Selim bu cümleleri okuyunca kahkahayı patlattı. "Ulan, bak sen kayınbabanın hastalığına," dedi. Anüsün ne olduğunu bilmiyordum ben demek ki Selim anüs konusunda benden daha bilgiliydi. Ben, "anüs ne la " dedim ama bir yandan gülmemek için kendimi zor tutuyordum. .
Eve geldiğimde anneme hiçbir şey demeden hemen ansiklopedinin başına oturdum ve araştırmaya başladım. Yazılar o kadar küçüktü ki okumakta zorlanıyordum. Derin bir of çekip, "Bu ansiklopedileri kim yazıyor lan, karınca yazısı gibi," diye söyledim kendi kendime. Ama vazgeçmeye niyetim yoktu; Şaziye’ye güzel haberler verip ardından ona her şeyi itiraf edecektim. Kahraman olacaktı abiniz kahraman, hey yavrum hey, bekle beni Şaziye’m. Yazıları okumak için nenemin gözlüğüne ihtiyacım vardı. Ama nenem evimizin tefecisi gibiydi; karşılıksız hiçbir şey vermezdi. Dolapta az çiğnenmiş bir ciklet bulup nenemin yanına gittim. Nenem benim bakışlarımdan anlamıştı galiba; bana dönüp, "Niye geldin lan, ne lazım yine?" dedi. Hiç bozuntuya vermeden nenemin elini öptüm ve, "Öyle şey olur mu canım nenem, sen bizim geçmişimiz, yol göstericimiz, velinimetimizsin," diyerek şapır şapır öptüm. Nenem galiba salyamdan rahatsız olacak ki beni itip, "Kes lan kes, söyle ne lazım, paran var mı?" dedi göz kırparak. Ulan arkadaş, sen nasıl nenesin, torununa yardımcı olsana, her şey para mı? Neyse, yapacak bir şey yoktu; neneme sakızı verip gözlüğü aldım.
Aradan kaç saat geçtiğinin farkında bile değildim; ansiklopedinin içinde kaybolmuştum. Bir ara annemle babam yanıma gelmişti; babam ateşimi kontrol edip başımın üstünde nazar duası okumuştu. E adam alışkın değil, beni bir şeyler okurken, ders çalışırken görmeye. Adamın gözleri dolmuştu lan, ağlamıştı; sonunda adam olup okumaya karar verdiğimi düşünmüştü. Ah babam ah, senin duygularınla oynamış gibi oldum ama bildiğin gibi değil, her şeyi müstakbel dünürüm için yapıyorum.
Babam benim bu halimden o kadar memnundu ki bir ara annemle meyve tabağı yollamıştı. Ben de ona kafamla teşekkür işareti yapıp, geçen bayramdan sakladığım kent draje şeker yollamıştım. Bu gece boyu böyle devam etti, gariban anam benden babama, babamdan bana bir şeyler taşıyıp durdu. Evde meyhane centilmenliği vardı resmen. Sonuçta herkes halinden memnundu; sadece nenem şikayet ediyordu. Sonuçta bütün ilgi benim üstümdeydi, ona hiçbir şey kalmamıştı. Ulan nene, bırakta tadını çıkarayım; nasıl olsa yarın gece yine ben normale dönerim, ilgi alaka sana kalır, az sabır tontonum, az sabır.
Sabaha kadar yaptığım araştırmalarda bir sonuca varamamıştım. Kahvaltı masasında dertli dertli zeytinleri kesiyordum. Babam bana seslenip, "Neyin var lan, e tabii bünye alışık değil o kadar okumaya, azar azar oku oğlum, önünden alan mı var," diye enseme sevgi şaplağı attı. Evet, babam beni şaplak atarak seviyor. Bazen kendimi karpuz gibi hissederdim; sonuçta karpuz seçerken de şaplak yeteneğini kullanıyordu adam. Babamın şaplağından sonra cebimden bir çubuk kraket çıkarıp sigara edasında ağzıma aldım. Tekrar kafamı çevirip babamın yüzüne bakıp bir kaç damla yaş dökerek, "Durum bildiğin gibi değil baba, sevdiğim kızın babası çok hasta, adamın sayılı ömrü var büyük ihtimalle," dedim. Nenem, göz yaşlarım israf olmasın diye yüzümde bir parça hıyar gezdirip afiyetle yedi. Nenem kıtlık gördüğü için israf konusunu biraz abartıyordu. Göz yaşlarımın içindeki tuz israf olmasın diye yüzümü gözümü hıyara bulamıştı. Babam, nenemin elini çekip saçımı okşayarak, "Neyi varmış lan adamın," dedi. O an hıçkıra hıçkıra ağlayarak, "Hemoroid," diye bağırdım.
Bir anda hepsi kahkahalara boğuldu. Yetmiş yaşındaki nenem yerde debelenerek gülüyordu. Lan, bunlar nasıl aile, kayınbabam can veriyor, bunlar gülüyor. Bakışlarımdaki nefreti fark eden babam enseme bir şaplak daha atıp, "Lan gerizekalı, hemoroid, basur demek, o dertten kimse ölmez. Hanım bu çocuk kesin dayısına çekmiş, bizde böyle bir salak yok," dedi. " Basur mu e ben bunu biliyorum " diye haykırıp çabucak masadan kalktım.
Ulan hemoroid, basurmuş demek ki; e Şaziye niye direkt basur demedi ki? Vay arkadaş, ben nasıl bir oyunun içine düştüm. Oysa ki basur dese bilirim amcamda da var sadece acılı bir şeyler tükettiği zaman kuyruğuna basılmış van kedisi gibi bağırıyor o kadar yani. Hem amcamda ameliyat olmuştu ve kimse onun neticesi için dua etmemişti. Ansiklopedi de hiç bahsetmedi ki hemoroid basur demektir yazmıyordu. Hayır hadi ben bilmiyorum, ulan Salih de mi bilmiyor? Resmen otuz kişi adamın neticesi için dua ettik. Vay arkadaş, ya kayınbabamın sağlıklı bir neticesi olması için dua mı ettik yani biz şimdi? Ulan ben bu ansiklopediyi kuru bir netice için mi okudum? Neyse olsun, bunları Şaziye’ye anlatırım, belki ne kadar fedakar olduğumu, onu ne kadar çok sevdiğimi anlar.
Okula geldiğimde gözlerim Şaziye’yi arıyordu, onu bulup tüm olup biteni anlatmak istiyordum. Okulun bahçesinin göz ucuyla kestiğimde Şaziye’yi göremedim. Kantinde olacağını düşünüp kantine doğru koşmaya başladım. Kantinin önüne geldiğimde kafamdan aşağı sıcak sıcak salçalar dökülmüştü resmen. Şaziye kantinin köşesinde oturmuş, cozzip İsmail ile helele dondurma yalıyor. Beynimin içinde lapsekili Tayfur’dan geceler çalıp duruyordu. Derin bir iç çekip yanlarına gittim, Şaziye’nin kolunu tutup, "Ulan alçak kadın, ben babanın neticesini kurtarmak için sabahlara kadar sekiz katlı bina büyüklüğünde ansiklopediler okudum, sen burada helele dondurma mı yalıyorsun bununla," diyip İsmail’e beton etkisi yaratacak bir kafa çaktım. Abi o kadar şiddetli vurmuşum ki ben de bayılmışım.
Gözümü açtığımda annem karşımda duruyordu. Ulan ne kafa atmışım, beynimde dombıra çalıyor resmen. Annem önce bana sarıldı, sonra koluma bir çimdik atıp, "Baban kurbanlık koyun parasını İsmail’in ailesine kan parası olarak verdi. Sen hiç adam olmayacak mısın lan?" diyerek ağlamaya başladı. Ben kafamı çevirip ağlayarak, "Anne, aşk denen bu illet insana neler yaptırıyor, bilemezsin," diye hıçkırarak ağlamaya başladım. Annem beni üstün çimdik metodları ile susturup doktorun odaya girdiğini işaret etti.
Doktor bir şeyim olmadığını, taburcu olabileceğimi söyledi.
Babamı beklerken annem, İsmail'den özür dilemem için beni sürükleyerek odasına götürüyordu. Odanın kapısından içeri baktığımda İsmail'in çenesi sarılmış yatıyordu. Ben odaya adım atacaktım ki arkamdan Şaziye daldı odaya. Elinde bir tas çorba, İsmail'e kaşık kaşık içirmeye başladı. Derin bir nefes alıp koşmaya başladım. Hastanenin bahçesinde topuklarım neticeme vura vura koşarak uzaklaştım.
Şaziye tam altı ay İsmail'i elleriyle besledi. İsmail benden hem sevdiğim kadını hem de ailemizin kurbanlık koçunu almıştı. Belki de her şeyin sorumlusu aşkın gress yağlı, kirli yüzüydü...
vay be insan isteyince nasılda araştırma yapıyormuş. Şaziye ye de aşk olsun gercek aşkı kaçırmış
YanıtlaSilHemoroid babasına bakacak bi damat adayı bulmuştur umarım
Sil