Hayır'lısı Olsun

 Garip bir salı sabahından sonra, çarşambayı iple çeker olmuştum. İpte ip ha, gemici halatı mübarek. Kayıp giden gençliği bağlasak, tutup kıyıya çeker öyle bir ip. Salı günlerini oldum olası hiç sevmem. Salı günlerini sevmemek bir yana, salı günlerine karşı kişisel bir düşmanlığım var. Sanki pazartesiden artan stresle, çarşambanın vaat ettiği rahatlık arasında kalmış, lanetlenmiş bir gün gibi.

   Aslında beni salı günlerine küstüren kuaför Emre. Salı günleri kadın kuaförleri için resmi tatil olduğu için Emre, her salı sabahı kapıma dayanır; gottik kızların ayağına benzeyen 37 numara ayakları ile zombur zombur kapımı aşındırır. Hâlâ anlamıyorum, 37 numara ayaktan öyle bir ses nasıl çıkar!


Yine günlerden salı, sabahın zıbar yat daha alarm çalmadı vakti. Yine kapım zomburduyor. Biliyorum kapıdaki Emre, açana kadar o kapıyı otuz yedi numara, gottik kızların ayağına benzeyen ayağıyla zorlayacak ama hiç açmak istemiyorum. İlk zamanlarda “Çalıp çalıp gider,” dedim; hiç gitmedi. Hatta bir defasında açmadım diye vinç çağırmış, evime balkondan girmişti. Kardeşim, açmıyorsam git işte! Kutsal mabet mi benim evim? Her salı düzenli olarak geliyorsun.


Kapının feryatları bütün apartmanı ayağa kaldırmadan kalkıp kapıyı açtım. Emre yine eli boş, gönlü hoş, kaypak bir gülüşle karşımda duruyordu. İçimden, "Ulan şunun ağzının ortasına piknik tüpünü sokup üzerinde çay demleyeceksin," diyerek suratına doğru esnedim. Nenemden öğrendiğim kadarıyla birinin suratına esnemek, karşıdaki kişinin kısmetini bağlarmış. Sen benim kapımı zorlarsın, he al ulan al, bütün kısmetini kapıyorum işte. "Neyse, kapıda bu kadar ağzımı ayırıp kısmet kapama büyüsü yaptığım yeter, içeri davet edeyim şunu," diyerek içeri buyur ettim salı şeytanını.


Emre içeri girip şöyle sağına soluna bakıp, "Ee, daha çay hazır değil, yumurta hazır değil, ayıp kardeşim," diye sitem edip oturma odasına geçip tetrisimle oynamaya başladı. Aklımın bir köşesinden yine piknik tüpü fantezim geçiyor ama yapamam, salı şeytanı benden kaslı; o benim ağzıma şişman tüp sokar, üzerinde kuru pilav pişirir. Emre'nin yanına oturup, "Ee, hangi rüzgar attı seni?" diyerek kibarca ne işin var demeye getiriyorum. Emre şöyle bir sağ kalçasının üzerine alabora olan gemiler gibi yan yatıp, babet çoraplarını ağzıma sokacak mesafeye getirip, "Sana bomba gibi haberim var, nişanlanıyorum," dedi. Babet çoraplarından kafamı kaldırıp yüzüne mal bir bakış atıp, "Neyyy! Nasıl lan, daha geçen salı bekardın," diye mini bir serzenişte bulunup tekrar babet çoraplarına bakıyorum. Çorapları izlerken bir yandan da içime içime homurdanarak "Geçen hafta yalnızlığa yemin etmiş adam, şimdi nişanlanıyor. Bu işte kesin bir terslik var. Belki de babet çorabıyla kısmetini çekti…" Babet çoraplar beni hipnoz etmişti. Kafamın içinde "Lan bu babet çorabı kim buldu arkadaş, ne iğrenç bir şey, şuna bak ayağın 4/3'ü çıplak," diye kendi kendime babet çorabın tarihçesini inceliyorum. Abi, hiçbir erkek babet çorap giymemeli. Ayak olsam, biri bana babet giydirse sahibimi CİMER’e şikayet ederim. Her önüme gelen taşa takılır, bana babet giydiren adamı darp ederim. Kafamdaki babet karmaşasını kapatıp Emre'nin nişan olayına nihayet gelebiliyorum. Klasik kim, nerede tanıştın, kim buldu diye cart curt yapıp konuyu kapatmaya uğraşıyorum. Ulan bu adam nasıl nişanlanır ya? Nenemin dediği gibi her salı adamın yüzüne esnedim. Kısmetinin kündeye gelip yerden kalkmaması lazımdı. Ya nenem yalan söylüyordu ya da Emre!


Salı şeytanının dest-i izdivacı zerre umrumda değildi. Heba olan yine benim uykuma olmuştu. Yine arsız bir salı sabahının körü ve ben elin adamına kahvaltı hazırlıyorum! Hayır Allah'ım, ben iyi bir kul değilim fakat bu kadar da kötü değilim, diye düşünüyorum. Hani en doğrusunu sen bilirsin Allah'ım, da senin cennetinde yer vermediğin şeytana ben neden her salı kahvaltı hazırlamak zorundayım? Ben kafamda bunları sorgularken içeriden Emre'nin ciyak sesi geliyor: "Canım, yumurtam rafadan olacak, biliyorsun başka türlü yiyemiyorum." Herife bak lan, sanki karısından rica ediyor. Ulan cam da açıktı, acaba ‘canım’ kelimesini komşular duydu mu? Bütün sokağın diline düşme kaygısı yükleniyor bünyeye bir anda. Komşularımın, "Gay olmuş, sabahları elin adamlarına kayısı kıvamında yumurta yapıyormuş, zaten belliydi sürekli jelibon tüketiyordu, kapalı kapılar ardında hangi Winx perisi olduğunu düşünüyormuş," kendi aralarında çevirdikleri dedikodum kulaklarımda yankılanıp duruyor. Elimdeki yumurtayı tezgâha fırlatıp bir anda, "Gay değilimmm!" feryadını patlatıyorum. Ulan olum salı şeytanı, bekle lan sen bekle, yumurtanı beş değil tam yedi dakika haşlayacağım. İntikam soğuk içilmesi gereken içeceği sıcak içmektir...!  


  Bütün bu olanların sebebi benim aslında, asla hayır diyemiyorum kimseye. Mesela Emre’ye, “Gelme lan gelme, seni istemiyorum, haz etmiyorum. Ben her salı elin adamına kayısı kıvamında yumurta yapmak zorunda değilim,” diyebilirim ama diyemiyorum. Resmen kölesi olmuşum hayır diyememenin. Biri benden bir şey istediğinde direkt biat ediyorum. Ulan, bunlar var ya, kesin hayır diyemiyorum diye kendi aralarında beni nöbetleşe kullanıyorlar. Sinirlenip elimdeki demliği ısırıp, “Yere batsın lan sizin kapitalist sisteminiz!” diye bir feryat daha basıyorum. Sanırım bu feryadım Emre’yi rahatsız etti ki içeriden bana seslenip, “Canım, az sessiz olur musun? Tetris oynuyorum,” diye bana karşılık veriyor. Hâlâ canım diyor! Şeytan diyor, git şunun kulak memesine çamaşır mandalı sapla, otur çığlıklarını izle.


İnsanlara asla hayır diyemediğimi ilk geçen hafta Mevlid Kandili’nde fark etmiştim. İnsanlar kandil günleri, cuma günleri veya yola çıkacağım günlerde benden sürekli dua istiyordu. O kadar çok dua isteyen vardı ki onlara dua etmek vazifem gibi olmuştu. O kandilde benden dua isteyenlere dua edip Mahmudo’da kahve içmeye başladım. Kahveyi içerken aklıma geldi; ben yıllardır hep başkalarına dua ediyordum, hiç kendime dua etmemişim. Beden ve ruh benim ama dualar başkasının. Kapitalist çevrem dualarıma parsel parsel çökmüştü...


Neyse, artık karar verdim; bugün hayatımı değiştirip insanlara hayır demeyi öğreneceğim. Emre benim ilk deneğim olacak. Onun üzerinde hayır demeyi öğreneceğim. Hem kendi evimdeyim, abi, avantaj bende; tribün benimle birlikte, deplasmanda olan Emre! Avantaj bende!


Kahvaltıyı hazırlayıp, salı şeytanını sesleyip masaya oturdum. Sanki Emre’yi değil de hayatımı değiştirmeyi bekliyorum masada. Bu defa dediği her şeye hayır diyeceğim, asla yapmayacağım. Emre masaya oturduğunda sanki evin sahibiymiş gibi davrandı. Göz ucuyla bir bana, bir de masadaki yiyeceklere bakıp, 'Kardeşim, şu reçeli açsana. Ama azıcık tereyağının üzerine yay, tek başıma yedim mi tadı çıkmıyor.' dedi. İçimden 'Lan ben sana kahvaltı hazırlayayım dedim de, reçeli sanat eseri gibi tasarlamak nereden çıktı?' diye geçiriyorum, ama tabii ki yine 'Peki' deyip tereyağı ile reçeli ince ince sürüyorum. Emre ise keyfine bakıyor; bu kadar rahat birini daha önce görmemiştim. Sanki kral kahvaltıya inmiş, hizmet bekliyor! Bir de o rahat tavrıyla kaşığını kaldırıp, 'Bak bak, yumurta sarısı fazla pişmiş, sen bunu bir ayarlayamıyorsun ya,' diye laf sokmaz mı? Kafamda yine o piknik tüpü fantezisi dönmeye başlıyor...


  Kahvaltıya başladıktan sonra pusuda yatmış, Emre'nin benden benden bişey daha istemesini bekliyordum. Reçelli ekmekte kündeye gelmiş, hayır demeyi unutmuştum.Bişey istesinde hayır diyeyim diye bekliyorum. Hiç ağzımı açmadan sadece bekliyorum. Emre bişeyler anlatıyor ama hiç umrumda değil ben hayır demeyi bekliyorum. O kadar zaman geçti hâlâ bişey istemedi. Kafamda yine karmaşa başladı kendi kendime " lan bu anladı mı acaba benim onu denek olarak kullandığı mı ? Şimdiye kadar enaz otuz sekiz şey istemesi gerekti ama istemedi öküz gibi yumurta yiyor sadece " diye düşünüp duruyorum. Kafamı çevirip Emre'yi izlemeye başlıyorum. Emre, ekmeğin üzerine nutella sürerken bir anda durdu ve gözlerini kısıp bana baktı. ‘Kardeşim, senin buzdolabında niye hiç goji berry yok? Sağlık için çok önemliymiş, ben geçen okudum. Şu marketten alsana, sabahları vitamin deposu gibi kahvaltı yaparım’ dedi. Buzdolabında goji berry mi ? Market bir açılsın da kölen gidip alsın bari pitbull suratlı diye içimden geçiriyorum, ama sesim çıkmıyor. 'Tamam' diye mırıldanıyorum sadece. Gidip ona bir de sağlıklı kahvaltı mı hazırlayacağım diye kara kara düşünürken, Emre rahat bir şekilde sandalyesine yaslandı, nutellalı ekmeği ağzına götürüp, 'Of be, bak böyle kahvaltı adamı cennete götürür!' dedi. Kafamda bir şimşek çaktı, Allah’ım, bu adam cennete giderse ben nereye gideceğim acaba? diye düşünmeye başladım. Ama yine de ona 'Goji berry' için markete gitmem gerektiğini söylüyorum." Bak yine o babet çoraplı ayaklarını sallıyor, bu çoraplar kesin büyülü dalıp gidiyorum çoraplara adama hayır demeyi unutuyorum. Tamam lan bekle sen bi sonraki isteğine hayır diyecem. O babet çorabları kulak deliğinden içeri sokmazsam banada meybuz demesinler...


Kahveleri içip, veda vakti geldiğinde hâlâ planımı gerçekleştirememiştim. Ne Emre benden herhangi bir şey istedi ne de ben Emre’ye hayır diyebildim. Kapıda onu uğurlarken gözüm yine babet çoraplarına takılıp, bütün hayır deme planımı unutmuştum. Emre ile tokalaşırken mükemmel hayır deme planımı mahvettiği aklıma geldi, yamuk ensesine bir şaplak attım. Her şeyi mahvetmişti, sobelek kafalı. Ben bunları düşünürken Emre suratıma saf ve temiz bir bakış atıp, “Kardeşim, üzerindeki tişört çok güzelmiş, bir iki gün versene, piyasa yapayım,” dedi. Off, işte beklediğim fırsat ayağıma geldi, arkadaşlar, gerçekten beklemediğiniz anda oluyormuş...


Tabii doğal olarak birçoğunuz Emre’nin suratına bakıp, “Hayır, hayır, hayır!” diye haykırdığımı düşünüyorsunuz. Yok, öyle olmadı değerli okuyucularım. Kapının eşiğinde tişörtü sıyırıp Emre’ye verdim. Tişört ter kokuyor dedi, içeri geçti makineye attım, yıkadım. Ayıp olmasın diye bir de gıcır gıcır ütüledim. Ütü o kadar güzel oldu ki tişört dile gelse, “Baban da mı ütücü lan, meybuz, sinek kaydı ütü yaptın babacım” derdi. Giderken de cebine yüz lira yol parası sıkıştırdım. Kapının eşiğinde yarı çıplak arkasından el saklarken aklıma geldi, durup, “Tüh lan, hayır diyecektim,” diye bir serzenişte bulundum. Dedim ya, beklemediğim anda oldu, hayır demeyi unuttum. Belki de babet çorapları beni hipnoz etmişti,

 hayır diyemedim...



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Protein Zehirlenmesi

Alın Yazısı ve Nem Teorisi

Gustalvo'ya Mektup