Limonata Faik

 Bin dokuz doksan üç yılının hırçın bir Mart gecesi dünyaya gelmişti.  O kadar çok kardeşi vardı ki hangi gün olduğunu kimse anımsayamıyordu. Bu bilinmezliğin en büyük acısını ona burcunu sorduklarında çekiyordu. Oda her insan gibi burç haritasına bakmak, evrenin ona yolladığı mesajları bilmek istiyordu. Ama evren ona ödemeli çağrıdan başka hiç birşey yollamıyordu. Zeki ama bi o kadar da ahmaktı olayları çözümleme konusunda hep geç kalıyordu. Aslında çözümü bilmediği için değil içindeki çekingenlik hissi onu esir aldığı için geride durmayı tercih ederdi. Kahramanımızın isminden bahsetmenin zamanı geldi artık  Limonata Faik evet bugün Faik'in atanamayan ruhunu konuşacağız. 

 Faik dokuz çocuklu bir ailenin son üyesiydi. Annesi tam bir anadolu kadını, babası ise salamura zeytin ustasıydı. Faik daha ilk okul yıllarında zekasının pırıltılarını sınıfın duvarlarına simli boya saçıp duruyordu. Öğretmenleri onun gözlerinin içine baktığı zaman topaç gibi bir çocuk değil de gelecek nesilin yol göstericisi olarak görüyordu. Nitekim öyle de olmuştu Faik öğretmenlik fakültesini derece ile bitirmiş, KPSS sınavından derece çekmişti. Öğrencilerine kavuşmak için önünde bir engel kalmamıştı. Acaba gerçekten tüm engelleri aşmış mıydı? Hayır hayır herşey bu kadar kolay olmazdı. Bi eksik vardı atladığı bi nokta vardı. Peki neydi o eksik parça yapmadığı atladığı şey neydi? 

  Faik öğrencilik hayatı boyunca hem okuyup hem çalışmak zorunda kalmıştı. E tabi kolay değil dokuz çocuklu bir aileden ve kıt kanaat yaşayan bir hanenin ferdiydi. Pazarlarda limon satarak hayatın zorlukları ile mücadele ediyordu. Zaten lakabıda ordan geliyordu pazar esnafı ona Limonata Faik diye sesleniyordu. O pazar tezgahının arkasında hep aynı hayalî kurardı. Birgün gıcır bir lacivert elbise , sivri burun parlak bir kundura ve rutubetli bir sınıfın içerisinde karşısında öğrencileri. Faik için töre gibi bişey olmuştu bu ya başaracaktı ya başaracaktı. Başka yolu yoktu hayallerinin peşinden koşacak gerekirse bu uğurda hamallık yapacaktı. Hayatın karşısına çıkardığı tüm engellere rağmen asla bırakmayacaktı. Zaten öyle de olmuştu fakülteden derece ile mezun olmuş, kpss'de sıralamanın tepesindeydi. Pazar esnafı da enaz Faik kadar heyecanlı ve mutluydu. Bu delikanlının emeklerinin karşılığını alması için her duada yer verdiler Faik'e.  

   Artık zamanı gelmişti tarihler iki bin onaltı'nın temmuz ayı idi. Artık Faik herşeyi tamamlamış, görev yerinin açıklamasını bekliyordu. Tezgahın arkasında vit vitli telefonuna sürekli bakıp bir haber bekliyordu. Onunla birlikte tüm pazar ahaliside heyecanlı gözlerle gelecek haberin yolunu gözlüyordu. Faik sağına soluna heyecanlı gözlerle bakar iken kurtlar vadisi jenerik müziğini işitmeye başladı. Ulan ne oluyoruz der gibi şaşkın şaşkın bakar iken bu melodinin telefonundan geldiğini fark etti. Hemen telefonu açtı konuşmaya başladı Faik konuşma uzadıkça yüzü düşüyor, anlamsız bir hüzün ile bakıyordu. Telefonu kapatıp tezgahın bir köşesine bırakıp birkaç dakika donup kaldı. Yan tezgahtan Washington Uğur yanına gelip " Faik olum ne oldu suratın badana atılmış duvar gibi beyaz " diye seslenip onu sallamaya başladı. Faik kendine geldiğinde ağzından tek bir cümle çıktı " mülakat" ..! 

    Hükümet aldığı yeni bir karar ile kamuda yerleştirme sınavına ek olarak mülakat sistemi getirmişti. Sınav üstüne sınav mıydı bu yoksa Ankara'da dayısı olanların can simidi mi ? Sanki olacakları biliyormuş gibi umutsuzluk içine çökmüştü Faik 'in. Herşey bitmiş sanki dünya başına yıkılmıştı. 

    Faik mülakat gününe kadar tek kelime etmedi. O günden sonra pazara da hiç gelmedi. Kapattı kendini oturdu hiç çalışmadığı kadar çalıştı. Her engeli aşmıştı bunu da aşacaktı. Umut tohumları içinde tekrar yeşermeye başlamıştı. Faik dört elle sarılmış tüm hayatı buna bağlıymış gibi çalışıyordu. Çıkacak her türlü soruya hazır olması gerekti. 

    Mülakat günü gelip çatmıştı artık herşeyin belli olacağı o gün gelmişti. Üzerinde daha önce hiç hissetmediği bir gerginlik vardı. Mülakat binasından içeriye girdiğinde sanki tüm gözler onun üzerinde gibi hissediyordu. Yerine oturdu isminin okunmasını bekledi. Önünde koca bir kapı vardı ama bu kapı sıradan bir kapı değildi. Ya bu kapıdan içeri girdiğinde hayalleri gerçekleşecek öğretmen Faik olarak çıkacaktı yada o kapıyı hayallerinin üzerine kapatacak Limonata Faik olarak kalacaktı.  İşte o an gelmişti Faik'in ismi salonda yankılanıyordu. Yerinden kalktı ve kaderine yön vermeye doğru ilerledi. İçeri girdiğinde önlerinde kocaman bir dosya olan komisyon üyeleri ile göz göze gelmişti. İşte artık dananın kuyruğunun kopacağı yere gelmişti... 

    Hikâyenin sonu mu ? Arkadaşlar dokuz çocuklu bir ailenin üyesi olan Faik'in bırakın Ankara'da dayısı olmasını Ankara'ya otobüs bileti dahi olmadı. Hak edenin hakkını aldığını kim nerde görmüşte Faik görecek. Güzel limonları var birgün misafiri olun artık taze sıkılmış limonata da yapıyor...

Yorumlar

  1. Üzücü bir son olmuş, emeklerinin boşa gitmesini istemezdim.

    YanıtlaSil
  2. o kadar emek bir gün karşılığını bulacaktır eminim.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Protein Zehirlenmesi

Alın Yazısı ve Nem Teorisi

Gustalvo'ya Mektup