Esanslı Eğitim
Sonbahar rüzgarı penceremin önündeki kaktüsümün tikenlerini tokatlayarak kayıp gidiyordu. Balkonda mavi önlüğüm ve beyaz yakam basit bir çamaşır mandalının azmi ile rüzgara direnmeye çalışıyordu. Ben ise sobanın kenarına, nenemin yeşil minderine kıvrılmış yedi yaşının getirdiği zorluklarla boğuşuyordum. Hergün ayrı bir sorun ile uğraştığım bu koca yedi yılda beni ençok öğretmenlere alışmak yormuştu. Tam birisine alıştım diyorum hopp kendimi sudan bi sebeble başka bi okulda buluyordum. Genelde bu sulu sebeblerin tesisat işine babam bakıyordu.
Yine ani bi kararla okulumuz değiştirilmiş, yeni bir tanışma kaynaşma macerasına atılacaktık. Veli toplantısında babam tütün yerine limon kolonyası ikram eden okul müdürü ile tartışmış, bu esansı yüksek tartışma bizim okul değişlikliği yapmamıza sebeb olmuştu. Bir şişe Eyüb sabri tütün kolonyası olmadığı için biz eğitim hayatımıza başka yerde devam edecektik ...
Oysa ki ben daha bu okula alışamamıştım. Kantinde tostun sucuğu at mı eşek mi eti onu bile çözememiştim. Kendi kendime " ah be koca çınar oldu mu be " diye söyleniyordum. Bazen babamın bizi denek olarak kullandığını düşünüyordum. İnsanlar ne kadar sürede alışır ve tahammül sınırlarını zorlarsak ne olur adlı bi çalışmanın deneği gibi hissediyordum.
Bu düşüncelerin yorgunluğu ve sobanın üzerindeki mandalin kabuklarının yaydığı mislik kokudan bayılıp kalmıştım. Sabah abimin üzerime oturup " kalk ulan skortil " demesi ile kendime geldim. Kendi kendime " birader ben çekirdeksiz üzüm sen Diyarbakır karpuzu nasıl kalkmamı beklersin " diyordum. Tabi bunları iç dünyamda seslendiriyordum. Bunu dışa vurursam karpuz üzerimde yuvarlanabilir son nefesimi verebilirdim. Hayır ben burda Bihter ile Behlül'ü yakalayan şoför Beşir hüznü yaşarken sen neden bu kadar mutlusun be abi ? Gerçi abim için okul değişlikliği birşey ifade etmiyor. Çünkü genelde okula gelmezdi. Bi keresinde babam veli toplantısında abimin durumunu sormuş öğretmenine öğretmeni " fotoğrafı varsa bi bakayım daha tanışmak nasip olmadı" demiş.
Yerimden kalkıp üzerimi giydim. Beslenme çantama yarım kilo hüzün ile üç yüz seksen beş gram endişe ekleyip bizi bekleyen babama doğru ilerledim.
Yeni okulumuz evimize daha yakındı. Babamın elini sıkıca tutup bu gergin ilk güne kendimi hazırlamaya çalışıyordum. Okulun bahçesinden içeriye gitmiştik bile, hitler bıyıklı bi adam bizi karşıladı. Sonradan öğrendiğim kadarıyla bu adam müdür yardımcısı Ahmet hoca imiş. Abimleri sınıflarına bırakıp benim sınıfıma doğru ilerliyorduk. Koridor her adımda daha dar , daha boğucu oluyordu. Duvarlardan Süper Mario bölüm sonu canavarı fırlayacak gibi hissediyordum. Koridorun sonuna gelmiştik bi kapı vardı. Üzerinde 2-A tabelası asılı idi. Ama sınıftan tek bir ses bile gelmiyordu. Sanki az sonra kapıyı açıp babamla bu hitler kılıklı adam beni içeri atıp kaçaklar gibi hissediyordum. Babamın elini daha çok sıkmaya başladım. Kapıyı çalıp içeriye girdiğimizde, gözlüklü bir teyze ve otuz civarı çocuk bize bakıyordu. Çamaşır ipine serilmiş beyaz perdelerin arasındaki yeşil içlik kadar gergindim. Kadın kafamı okşamaya başlamıştı. Ulan acaba etimi budumu felan mı tartıyor bu?
Çok geçmeden ön sıraya oturdum ve babamlar kapıyı kapatıp çıkıp gitti. Arkasından simide bakan martı gibi baka kalmıştım. O teyze birşeyler söylemeye başladı, demek ki öğretmenimiz bu. Bana doğru yaklaşmaya başlıyordu ben daha çok korkmaya başlamıştım. Patenaja düşen Tofaş gibi yerimde sayıyordum , lastik yakıyordum. Bi anda yerimden fırladım babama koşmak istedim. Öğretmen beni kolumdan tutup çekince olanlar oldu...
Tebeşir tahtasının silgisini kafasına doğru aduket atar gibi birkaç damla gözyaşı ile atıp alnını yarmıştım. Ben ağlayarak kapıdan babama fırlamıştım , kadın ise yüzündeki kan ile peşimden geliyordu. Arkama dönüp "gelme ulan gelme alın yazısını kana buladığım" diye bağırıp duruyordum.Babam şaşkın bi bana bi yaralı kadına bakıyordu. Bana baktığında içinden " şerefsiz tosbağa" dediğinden adım kadar emindim ama ok yaydan fırlamış, elma yerine kadının kafasına saplanmıştı bile. Babama doğru koşarken babamın şefkatli kollarını göremiyordum. Sanki son dakikalarda penaltı atışının başına geçen topçular gibi gerilmiş, bana gelişine falsolu bir zımbalama deneyecek gibi duruyordu. Peşimde kanlı bi kadın ve önümde zımbalamaya heyecan duyan babam vardı. Elin kadının fırçasını yemektense babamın falsolu şutunu yerim aga babama doğru Usain Bolt edasında koşmaya devam ediyordum. Tam babamın kollarına kendimi bırakırken babam gerilip bana vuracak iken az önce alnına ufak dokunuşlar yaptığım kadın aramıza girip Mahmut hoca gibi babamın elini tutmuştu. Otuz üç saniye sessiz sessiz bakıştıktan sonra hiç bişey demeden beni kucağına alıp kantine götürüp balbazarlı cips alıp beni sakinleştirmeye uğraşıyordu. Hayır ben cipse zaten tav olmuştum ama kadınla aramıza kan davası girmesine rağmen bu kadar iyi davranması beni mest etmişti. Kan davamız balbazarlı cips ile tatlıya bağlanmış, dört yıllık birlikteliğimizin tohumu o eşek sucuklu tost yapan kantinde atılmıştı.
O günden sonra o sınıfta her anım çok güzel geçmişti. Öğretmenlerde korkulacak bişey olamadığını bu gözlüklü şirine bana o gün öğretmişti. Yüreği milföy kadar yumuşak öğretmenimin halen alnına bıraktığım üç adet dikiş izini alın yazısı gibi taşıyor..
Yorumlar
Yorum Gönder