Fuşya Kamyon Kasası
Kasım ayının henüz başı idi, hava burundan akan sümükleri dikit ve sarkıtlara çevirecek kadar soğuktu. İnsanlar soba kuytularında petek köşelerinde hırkalarına sarılıp, macchiatolarını yudumlarken Cezmi soğuğa baş kaldırmış, otobanda fuşya bir kamyon kasasında sandık sandık avokado taşıyordu. Onun için havanın soğuk olması pekte bişey ifade etmiyordu. Sıcak bir samimiyetten, içini ısıtan gülümsmelerden uzakta geçmişti hayatı. Silivrinin hücreleri kadar soğuktu ruhu, esen lodos onun sadece bedenini titrertirdi ama asıl soğuk içindeki karlar ülkesindeydi. Hamallık ve vatkalı ceket babasından ona kalan tek şeydi. Kamyon kasasında vatkalı ceketinin cebinden paslı bir tütün tabakası çıkarıp nakış gibi işledi kağıda karamsarlığını. Reflüye meydan okuyan bakışlar atıyordu şeffaf lensleri ile. Garib bir adamdı boyu yolu kadar uzun değildi. Aslında çokta umrunda değildi ne kamyon kasasında donan bedeni nede renkli tebeşir kadar olan boyu. Hayat onu fuşya bir kamyon kasasında vatkalı ceketin içine hapsetmişti. Sigarasını her defasında kır düğününde halay çeker gibi keyifle çekiyordu. İçinde bulunduğu durumu sorgulamayı çok önce bırakmıştı. Hayli bir zaman olmuştu yola koyulalı midesi Bethoven'ın dokuzuncu senfonisinden bir resital sunar gibi engin maviliklere guruldayarak haykırıyordu. Anadolu rock hastası olduğu için bu senfoni onu çok hoşnut etmemişti. Çizgili kumaş pantolunun cebinden bir avuç sarı leblebi çıkarıp açlığını bastırdı. Yoldan geçip gidenler ona içleri titreyerek bakıyorlardı. Hayatın ona attığı parendeyi gözlerinden okuyorlardı. Cezmi kasa kasa avokado taşıyan ama avokadonun tadını asla bilmeyen garib bir adamdı. Fuşya kamyonun kasasında sandık sandık avokado ve bir avuç sarı leblebi işte onun hayatının özeti...
Yorumlar
Yorum Gönder