Ensemizdeki Sünger

 İşten eve doğru gelirken günebakan Mahmut abinin yanına uğradım. Birkaç çeşit çerez alacaktım. Cumartesi akşamı olduğu için sabaha kadar hunharca film izleme planı yapmıştım. Mahmut abi günebakan ismini sonuna kadar hakeden biriydi çünkü kafa yapısı günebakan çekirdeği gibiydi. Mahmut abi ile Türkiye'nin çekirdek piyasası hakkında uzun uzun konuştuktan sonra avare avare eve doğru yürümeye başlamıştım. Memleket küçük olduğu için herkesi tanımak zorunda kalmıştım. Bir yerden bir yere giderken selam vermekten ve selam almaktan kolum resmen kangren oluyordu. Sokağa girene kadar bir milyon selam yutardım. Evin kapısından içeriye girerken son selamı babama çakar ordan odama yatay geçiş yaparım diye kafamın içinde kendimle kısa bir fikir alışverişi yapmıştım. Babamın olduğu odanın kapısından girerken yüzüme gergin bi rüzgar esti sanırım ben bu rüzgarı bi yerden hatırlıyorum.

Odadan içeri girdiğimde tez duyulan kara haber benim kulağıma da teşrif etmişti. Yarın üzüm toplamaya  gidecektik. Babam, yine  hayallerimi gece kondu görmüş kaçak yapı yıkım ekibi gibi yıkıp geçmişti.  Üstüne üstlük nenem de geliyordu. Nenem normalde çok tontiş, tatlı bir insandır ama işin başında iken içindeki sömürge devletini serbest bırakıp iliğimize kadar bizi sömürürdü. Yapacak bir şey yoktu. Annem ikna edememişti ben de zaten mağlubiyeti kabul etmiş beyaz atletimi çıkarıp babama sallamaya başlamıştım. Başımı öne eğdim, ayağıma diken gibi batan hayal kırıklıkları üzerinde odama doğru yürümeye başladım. Kendimi gazozuna ilaç atılmış Banu Alkan gibi kauçuk mindere  bıraktım. Kauçuk minderde tavanı izlerken bi anda kendimi 6 yaşında sabahın 5:30’unda traktör kasasında buldum. Soğuktan yüzüm buruşmuştu ve pikaçulu kazağım soğuğa karşı beni koruyamamıştı. Ben bu anı hatırlıyorum üzüm kesmeye gidiyoruz. Az sonra tarlaya geldik. Nenem kilolu olmasına rağmen Fatih Ürek kadar kıvrak ve atikti.  Bize köle pazarından alınmış sermayeler olarak bakıyordu sanki. Üzüm kesmeye başladığımızda abimlerle benim görevim dolan kovaları taşımak,  kasalara boşaltmaktı. Kovaların benden uzun ve benden ağır olması dışında pek bir sorun yoktu. Bu durum nenemin pek de umrunda değildi çünkü ona göre kovadan kısa ve hafif olmak benim hatamdı. Ama ben büyük abime güveniyordum. Abim üzüm toplama işinden o kadar nefret ediyordu ki her yıl bir yolunu bulur kurtulurdu. Tabi bizde onunla beraber kurtulurduk. Abim gözümde bir Battal Gazi, bir Malkoçoğlu gibi biriydi o anlarda. Saatler ilerliyor kovalar daha da ağırlaşıyordu. Böyle giderse ben öğle yemeğini azraille beraber yiyecektim. Bir beş dakika kadar fırsat bulup abimlerle sözleştik ve üst komşunun tarlasındaki sebze bahçesine saklanma kararı aldık. Her şey hazırdı ama bir şey unutmuştuk. Kuzenim sünger Abdullah bizi dinliyordu. Nenemin has ajanlarından biriydi. Sürekli bizi takip eder, neneme ispiyonlardı. Yaşça da abilerimden büyüktü. Zaten sünger lakabı ordan geliyordu. Ortamlarda konuşulan şeyleri emer, nenemin yanına gider, nenem de onu sıkar ve bilgilerini alırdı. Abim ne olursa olsun kaçacağız demişti. Artık ben kendimi Bizans'ın eline düşmüş gariban köylü gibi hissediyordum. Az sonra abimin " Skortıl, Balbazar hadi şimdi" dediğini duydum. Skortıl ben, Balbazar ise diğer abimdi. İşaretin gelmesi ile topuklarımı götüme değdirerek nizami bir şekilde koşmaya başladım. Nenem süngerden bilgi aldığı için hazırlıklıydı. Eteğine doldurduğu taşları bize atmaya başlamıştı bile. Bu durumda nenem eteğindeki taşları dökmüş oluyordu sanırım. Ben o yoğun bombardımanın altında kalem pil kadar olmanın avantajı ile gözle görülmeyen bir hedef olduğum için şanslıydım. Nenemin menzilinden çıkınca arkama dönüp baktığımda abimin kolundan yaralandığını fark ettim. Acısı yüzünden okunuyormuş aslında ama ben yüzünden bir şey okumadım, ağzından dökülen küfürleri okudum. Sünger ile neneme temiz duygularını haykırıyordu. Onları izlerken birden bir ses duydum. Sünger mekkeli müşrikler gibi ters yönden üzerime doğru geliyordu. Yine sinsiligini kullanmıştı. Artık savaş kızışmıştı, süngeri yere sermezsem hükmen mağlup olacaktık. Elime gelen taş, odun ne varsa atmaya başladım. Üzüm kesmeyi bırakan işçiler üzerimize bahis oynamaya başlamıştı. Çoğunluk favori olarak nenemi görüyordu. Ortam tam bir arenaya dönmüştü. Seyirci desteği arkamızda değildi, deplasmanda gibiydik. Örgü tığı kollarım kalkıp taş atacak gücü kendinde bulamıyordu, pes etmek üzereydim. Hain Sünger pişmiş kelle gibi sırıtarak bana doğru geliyordu. Kendimi yere bırakacakken annemin sesiyle irkildim "Kalk ve savaş, erkek gibi kaybet, pes etme cozzip!" diyordu. Bir anda tüm gücümü toplayıp yerden aldığım taşı falsolu  bir şekilde süngere attım ve ıskaladım. Sanırım kaçmak daha mantıklıydı,  koşmaya başladım. Koşarken taşlık yerlere ve dik tepelere doğru gitmeye karar verdim. Sünger beni kovalarken bi süre sonra ayağı takılarak yuvarlandı. Ben de kendimi sebze bahçesine atmıştım. Abimlerde az sonra nenemi atlatıp gelmişlerdi. Nefes nefese kalmıştık yüzümüz terden yumuşayan kirlerden dolayı ayrı bi katman olmuş, renk almıştı. Biraz sessizlikten sonra zafer kahkahaları atmaya başlamıştık. Abim yine başarmıştı, bizi üzüm toplama kabusundan kurtarmıştı. Abim sanki Ertuğrul Gazi gibi ayağa kalkıp işçileri selamlıyordu. Ben de yanı başımdan kopardığım salatalığı hatır hutur yiyerek onu izliyordum. 

Bir anda kapının açılması ile kendime geldim. İçeriye giren Süngerdi. "Yarın ensenizdeyim" dedi ve gitti. Abimlerimle buluşmamız gereken konular var.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Protein Zehirlenmesi

Alın Yazısı ve Nem Teorisi

Gustalvo'ya Mektup